Perşembe, Aralık 27, 2007

işaret dili


bu da madrid metrosundan bir uyarı.
ne demek istediğini anlamam epeyce uzun sürdü:)

heidelberg otobüsleri 1

alamanya'nın güneyinde yer alan şirin kentimiz heidelberg'de sıradan bir cuma gecesindeyiz. ispanyol kankim sara'yla 23:00'a kadar falan oturmuş, ne yapacağımızı düşünmüş, dışarı çıkmak isteyip istemediğimize bile karar veremeyince bir grup arkadaşı arayıp onların ne yaptıklarını öğrenmeye, enteresan birşeyler yapıyorlarsa da katılmaya karar vermişiz. arkadaşlar şehrin saçma sapan bir noktasındalar, ancak gecenin ilerleyen saatlerinde bir partiye gidecekler, biz de programa müdahil avukat olarak katılmaya, yarım saat kadar ortamı değerlendirmeye, çok bayarsa da yurda dönmeye karar veriyoruz.
sonra da, son otobüsü kaçırmamak adına dört nala durağa iniyoruz. durağa otobüsle hemen hemen aynı anda vardığımızdan ve buradaki otobüslerin yolcuyu bir saniye dahi bekleme adetleri olmadığından direk biniyoruz. otobüs hareket ediyor, 4 durak sonra falan da, normal koşullar altında düz devam etmesi gerekirken, sağa dönüyor ve köprüye doğru ilerlemeye başlıyor. (burada bir ek bilgi: heidelberg'in ortasından bir nehir geçiyor ve kenti eski ile yeni olmak üzere iki kısma bölüyor. haliyle üzerinde de birkaç köprü var. bizim yurt ve dahi gitmekte olduğumuz parti yeni kentte, otobüsün yöneldiği istikametse eski kentin merkezden uzak kısımlarında.) sarayla birbirimiza bakıyoruz, nooluyor diyoruz, otobüste şöförle bizden başka kimsenin olmadığını fark ediyoruz ve adama ne olduğunu sormak üzere öne doğru ilerliyoruz. adam tüm sorularımıza gözünü yoldan ayırmadan, alçak sesle ve çok hızlı konuşarak yanıt veriyor.
şu-nereye gidiyoruz?
şöför-ben eve gidiyorum, sizi bilemem.
sara-ama neden bize birşey demediniz?
şöför-e kendiniz koşa koşa bindiniz otobüse.
sara-(panik halinde olduğundan iyice bozuk bir almancayla) burda bekleyebilir miyiz? (burada inebilir miyiz demek istiyor)
şöför-hayır. (yol ortasındayız ve durak yok yanımızda yöremizde ama, adam bunu "bu otobüste öleceksiniz" dermiş gibi söylüyor puştluğuna)
şu-(iyice raydan çıkmışım artık, yabancıyız ve almancamız çok iyi değil diye ırkçılığından bizi ezmeye çalıştığına kanaat getirmişim adamın, ingilize soruyorum)peki yol üzerinde medeniyete geri dönebileceğimiz bir durak falan var mı?!
şöför-evet.
tren istasyonu tarafında bir yerde lütfedip bizi indirdi, biz de eski kentin merkezine 15 dakikalık falan koşuyla yürüyüş arası birşey yapmak zorunda kaldık, merkezden gideceğimiz yere yürümek zorunda kalmamak için(son tramvay kalkmak üzereydi).
sonradan son otobüsün tam tur yapmadığını, ordan döndüğünü öğrendik ama, panik atağı olan arkadaşımı korkuttuğu için, adama hırsım hala geçmedi.
bu hikayenin ana fikri olarak, odunun dini ırkı cinsiyeti milliyeti olmadığını, odunlarla dünyanın her yerinde karşılaşmanın mümkün olduğunu ve yine her konum, durum ve göçümde bu karşılaşmaların tatsız olduğunu çıkardım..

Salı, Aralık 25, 2007

Otobüse Ev Muamelesi Yapmak

Güvenpark-Balgat otobüsünde muhtelif zamanlarda:
Otobüs kapılarını kapamış, duraktan kalkmak üzereyken son anda koşarak gelen ve şoförün açması için ön kapıya vuran kadına hitaben şoförün monoloğu:
"Evde kimse yok!!"
Otobüs durağa gelmeden kapılara yaklaşmayan, bu yüzden tam otobüs duraktan kalkarken "Kaptan inecek var hooop, orta kapıyı açsana" diyen yolcuya hitaben şoförün monoloğu:
"Hiç kalkmasaydın, daha çay servisi yapacaktık!!!"


Güldüm, eğlendim:)

Pazartesi, Aralık 24, 2007

Otobüste bilgi paylaşımı

Geçen hafta arkamdaki koltuğa 40'larında iki adam oturmuştu. Daha otobüs ana yola çıkar çıkmaz, eve dönüş trafiğini görüp: "Bu memlekette Fransa'daki trafik kuralları uygulanmadıkça trafik mrafik düzelmez" cümlesi ile başladı adam "yorum(!)"larına. Fransa'daki trafik kurallarının ne olduğunu açıklamaya ihtiyaç duymadı sanırım çünkü yanındaki adam da İtalya'ya geçti hemen: "İtalya da bilimde geridir ama git bak, trafiği takır takır akar" deyiverdi. (Bilim dedin mi akan sular durur!)

Haydaaa dedim ben. Bu yolculuk bu şekilde başladıysa "eğitim şart" klişesine girmeden bitmez ve benim midem de artık bunu kaldırmaz derken bombalar ardı sıra patlamaya devam etti.

"Bizi niye AB'ye almadıklarını da sırf trafiğe bakarak anlayabiliriz" deyiverdi amca, yanındaki de geri vokallerde "biz millet olarak böyleyiz zaten" diye "böğürdü" ve oradan nasıl "hastanelere" geçti anlamadım ama bir sonraki cümle de şöyle idi: "Avrupa'da özel hastane diye bir şey yok." (Hızlarına yetişemiyordum, "Fransa'daki trafik kurallarını" uyguluyor olmama rağmen... Neyse artık.)

Elime telefonu aldım, "bunları not etmem lazım" diyerek mesaj bölümüne hızlı hızlı not almaya başladım. "Adamlar trafiği düzene oturtmuş bile, bak biz hâlâ..." diye bir klişeye daha çarpıverdi kafam. Sonra, sonra, sonra o "beklenen an" geldi ve evet; "eğitim şart" cümlesi de geçiverdi. ("Eğitim şart" diyen herkes eğitime gönderilsin, artık yeter. Demekle olmuyor!)

"Artık daha fazla dayanamayacağım" diye sessiz bir çığlık atıp kulaklığımı tıkadım kulaklarıma. "Merak etmeyin, biraz sonra hiçbir şey duymayacaksınız" diyerek kulaklarımı teselli de ettim.

Şimdi de merak ediyorum. Acaba "konuşa konuşa" trafiğe çözüm buldular mı yoksa yine gidip Fransa'dan mı çözüm aldılar. Belediye bütçesinin tamamını harcamasalar bari..

Otobüste gaste

Otobüste okunan gazete "kamusal mal" muamelesi görür ya. Bu seferki sohbet "gazeteye bir bakabilir miyim" sorusu ile başladı. Eleman gazeteyi yanındakinden alınca şoför de önündeki gazeteyi önerdi, "al, buna da bakabilirsin" diyerek.
Bir diğer yolcu "ver bakayım" diyerek şoförün gazetesini aldı. Eline alır almaz (Bugün gazetesi olduğunu görünce) "benzinciye mi uğradın gelirken" diye sordu şoföre.

Ben de bu diyalog ile birlikte "benzinci gazetesi" olarak mı nam salmak istediler acaba diye bir düşünceye daldım. Allah, reklamcısına kolaylık versin dedim içimden. Gel de çık işin içinden şimdi.

Pazartesi, Aralık 17, 2007

biz öropadaykene:)


8 aralığı 9 aralığa bağlayan gece, siz akbildaşlarım muhtemelen uyumaktaykene kar, kış, soğuk demeden sırf otobüste için araştırma yapmak adına madrid'deyim.
(tamam biraz abartmış olabilirim, o muhteşem çikolatalı tatlılarla museo del prado'yu görmek istememin de bir miktar etkisi olabilir madrid'e gitmemde:))
sınırlı bütçelerimizin el verdiği ölçülerde üç gün boyunca gezmiş, tozmuş, yemiş, içmiş, özellikle de yemişiz veee dönüş günü gelmiş çatmış. son gün hostele para ödememek adına 12:00'da çıkışımızı yapıp sırt çantalarımızı, 21:00 sularında da kendimizi, bir arkadaşın arkadaşının evine taşımışız. arkadaşın evinde bir miktar uyuduktan sonra planımız belli:
elimizdeki, üç gündür tepe tepe kullanmaktan paçavraya dönüştürmüş olduğumuz, metro haritasına göre bulunduğumuz yerden (argüelles) metroya atlayıp 6 numarayla nuevos ministerios adında başka bir durağa gideceğiz, oradan da 8 numaraya binip havaalanına. buna göre, metronun 02:00'da kapandığını da hesaba katarak, evden 01:00 sularında çıkmamız gerektiğini hesaplamışız. 00:40'ta kalkıp (uçağımız 06:30'da kalkacağından ve havaalanlarıyla sınırlı deneyimlerimiz bize paramızla rezil olmanın bir manası olmadığını öğrettiğinden) sandviçlerimizi hazırlıyoruz ve evden ayrılıyoruz.
planın ilk kısmı evdeki hesaba uygun gidiyor, lakin nuevos ministerios adlı durağa geldiğimizde saat 01:56 ve ispanyollar dört dakikanın lafını etmeksizin metroyu kapatıyorlar.
metronun güvenlik görevlisine havaalanına başka nasıl gidebileceğimizi soruyoruz ve tek yolun taksi tutmak olduğunu bunun da 30 euro'ya falan patlayacağını söylüyor. tabii ki maceraperver türk gençliği olarak bunu haza kabul etmiyoruz ve kendimizi sokağa atıyoruz.
bulunduğumuz yer bir nevi dört yol ağzı ve dört bir yandaki durakları dolaşıp geçen otobüsleri durdurmaya, kelime ingilizce konuşmayan şöförlere derdimizi türkçe ve tarzancayla anlatmaya çalışmaya başlıyoruz. tam ben ümidimi kaybetmeye başlamışken birileri bizi bir otobüse doğru kışkışlıyor, otobüs şöförüne ispanyolca havaalanı diyoruz bize olumsuz birtakım işaretler yapıyor, neyse ki sonra arkadan biri çıkıp (sanırım ingilizce) bu meretin havaalanına değilse de ona yakın bir yere gittiğini, gecenin bu saatinde bundan iyisini de bulamayacağımızı açıklıyor.
otobüs gecenin içinde madrid'in (haliyle) hiç görmediğimiz yerlerine doğru yol alıyor, hava buz, yol bitmek bilmiyor, insanlar yavaş yavaş iniyor ve otobüste sadece biz üç ahbap çavuşlar kalıyoruz, şöför sorularımızı anlamak için herhangi bir gayret sarfetmiyor, neyse ki metro haritamız var, gittiğimiz yerden havaalanına en olmadı yürüyerek ulaşabileceğimizi hesaplıyoruz.
otobüs gideceği yere ulaşıyor sonunda: barajas diye bir yere geliyoruz. çift yönlü bir yol, durağın orda şöförleri sohbet eden üç otobüs, durağın az ilerisinde iki araçlı bir polis ekibince icra edilen çevirme dışında in cin çift kale.
hah, diyoruz, polis bulduk, en olmadı acır götürürler bizi havaalanına.
hava buzzzzz.
polislerden biri ortaokul seviyesindeki ingilizcesiyle ordan yürümek yahut taksiye binmek dışında bir seçeneğimiz olmadığını söylüyor. polislerin karşısında kaldırımda taksi beklemeye başlıyoruz. burdan 6 euro tutar demişler taksi için ve 30 euro'dan sonra artık bunu havada karada kabul etmeye hazırız, lakin taksi yok!
o soğukta belki 20 dakika bekliyoruz, bir yandan krize girmişiz gülmekten kırılıyoruz, polislere sandviçlerimizden teklif etsek bizi bırakırlar mı havaalanına, durdurdukları arabalardan biriyle bizi de yollasalar ya, vb fikirlerimizin hiçbiri mümkün görünmüyor, zira soğuğa dayanamayıp tekrar yanlarına gidip "burdan taksi geçmez mi?" diye sorduğumuzda, gayet rahat bir tavırla "yani geçer de bazen 10 dakikada bir, bazen 20 dakika sonra iki tane" şeklinde yanıtlıyorlar.
mesajı anında alıp havaalanına doğru yürümeye başlıyoruz.
neyse ki birkaç dakika sonra bir taksi beliriyor hızır gibi ve bizi havaalanına götürüyor.
11,50 civarında bir ücret ödüyoruz, polislerin bize söylemeye gerek görmedikleri üzere, havaalanına girmek için taksiciler ekstra 5 euro alıyorlarmış meğer (bizdeki köprü parası tadında) ama hiç gözümüzde değil havaalanına varmışız ama biz de bitmişiz zira..
havaalanında geçireceğimiz saatleri böylece yolda macerolarla değerlendirirmiş olduk, tavsiye eder miyim, etme mi:)

Otobüste Postası'ndan çıkanlar: Paso ile sucuk kesmek


İnehk adlı okurumuz iletmiş. İnekh, Akbil'in sucuk kesme fonksiyonuna, uygulamalı olarak değinmiş. Yazının uzun hali burada. Biz sadece baş kısmını alıntılıyoruz:

akbil..daha doorusu paso.. ama üzerinde akbil mevcut.. indirimli taşıma kartı.. sağdaki resimde görmüş olduğunuz gibi muhtelif yerlerde kullanılabilir.. çok amaçlıdır.. sucuklarınızı ince ince dilimler.. memnun kalmazsanız 12dk içinde iade edebilirsiniz..


Elbette bu fonksiyonu yerine getirmek için paso sahibi olmak zorunlu değil, mavi kart ve çeşitli indirimli kart uygulamalarıyla da gerçekleştirilebilir. Bizim favorimiz halen "gazoz kapağı açacağı"na benzeyen Akbil modelidir.

Cumartesi, Aralık 15, 2007

Perşembe, Aralık 06, 2007

Otobüs durağı - Sigara paketi

Geçen hafta, iş çıkış saatinden bayağı bir sonra durağa geldim. Bir kız oturuyor sadece. Ayakta dikilmeye karar verdim, çevredeki durakların çoğu boş. O sırada bir çocuk yaklaştı durağa. Oturdu.
Ben de durağın etrafında biraz yürüyüş yapayım diye dolanmaya başladım. Çocuk bir sigara çıkardı cebinden. Yaktı ve paketi yere attı. (Hani etrafta kimse yok ya. Daha rahat atıyor yere.)
Benim ona baktığımı fark etmedi tabii ki. Ben de "dur bir deneme yapayım" dedim ve yanına yaklaşıp yeri göstererek "paket düştü cebinden" dedim. Ters ters suratıma baktı (bunu bekliyordum), "biliyorum, boş paket o. Ben attım zaten" dedi (bunu da bekliyordum) sonra yerden alır diye bekledim ama hiç oralı olmadı (bunu da bekliyordum) sonra da otobüs gelene kadar ters ters etrafına bakarak oturdu (bunu da bekliyordum). "Benle aynı otobüse mi binecek şimdi" diye düşünürken, öteki hattın otobüsü geldi ve yerinden kalkıp o otobüse bindi.
"İyi," dedim "aynı otobüse binmediğimiz için memnun oldum" diye geçirdim içimden.

Böyle bir düşünceye kapılacağımı beklemiyordum tabii. Oraları temizleyen çöpçü ise böyle bir paketle karşılaşacağını bekliyordur herhalde.
Bekledim.
Otobüs geldi.
Bindim.
Gittim.

Perşembe, Kasım 29, 2007

OGS'si olmayan otobüs

"Ha şimdi geldi, ha birazdan gelecek" diye diye, neredeyse 45 dakika, buz gibi havada otobüsü bekledim. Halbuki kalkış saatini iki dakika geçtiği anda bas git! Di mi? Dedim ya, "ha geldi, ha gelecek" derken kaldım işte.

Sonra durağın (Mecidiyeköy) matrak görevlisi çıktı geldi. Durakta bekleyenlere şovmen edasıyla "Aaaa biz sizi unuttuk" dedi. Meğersem otobüs arıza yapmış, gelemeyecekmiş. "Hemen size başka bir otobüs ayarlıyorum" dedi ve gitti.

Vardiyalı çalışıyorlar herhalde, akşamları o durağa bakan orta yaşlı bir görevli var. Aksayan seferlere inat, mümkün olduğu kadar sıcak ve pozitif yaklaşıyor duraklarda dizilmiş yolculara. Hani memur havası da yok hareketlerinde, dedim ya, şovmen gibi bir adam.

İki dakika sonra bir otobüs ayarladı. Durağın önüne geldi otobüsle birlikte. Sonra da yolculardan bir tanesine "yalnız bu arkadaş yolu bilemez, o yüzden siz yanında oturun, yolu tarif edin, olur mu canım-cicim" gibisinden bir ricada bulundu. Gönüllü yolcu bu öneriyi kabul etti. Bindik otobüse. Biraz ilerledik ki.... Şoför "Aaa OGS yok" diyerek otobüsten indi. "Hareket amirliği" (bu tabelaya da hayranım) demez mi "OGS yok".

Matrak şovmenimiz hemen devreye girdi ve şöyle bir çözüm önerdi şoföre ve onun yanında dikilmekte olan "kılavuz yolcu"ya: "Bir sonraki durakta binen bir yolcu olursa, ona akbil bastırmayın, ücretini alın, o ücret ile gişelerden geçersiniz."

Bravo dedim içimden. Sonra çıktık yola. E6'dan (İstanbul dışı okurlarımız için - TEM diye de bilinen yoldan) giden ve birkaç duraktan daha yolcu alıp sonra otobandan hiç durmadan giden bir seferdi bu. Ya hiç yolcu binmezse.. diye merak ettim. Bekledim. Bir sonraki durakta birisi bindi. Adam tam akbili basacakken durduruldu, yol ücreti nakit olarak tahsil edildi ve niye akbilini kullanmasına izin verilmediği anlatıldı, adam şaşırdı, güldü, geçti yerine oturdu.

"Bunu da gördük" dedim içimden ve sonra sızdım.

Cuma, Kasım 23, 2007

Otobüste Kahve Dersleri

Turizm otelcilik bölümünde okuduğu belli olan (konuşmalarından)biri bitirim, biri de saf havalı iki kız bindi otobüse. Taş çatlasa, yaşları lise 1 öğrencisi civarında.

Neyse, otobüsün en arkasına geçtiler ve orada ellerindeki notlar ile bitirim olan öteki arkadaşına kaçırdığı dersi anlatıyor. Sınavlar yaklaşıyormuş anladığım kadarıyla. Diyor ki "bak şimdi kahveler ... bölüme ayrılır".

Ötekisi "hah, tamam" diyor ve ötekinin kahve çeşitlerini saymasını dinliyor ve tekrar ediyor. Sıra French Press'e geliyor.

"French Press'te önce müşteriye sütlü mü sade mi istediğini soruyorsun. Önceden sıcak suyu hazır ediyorsun, eğer sütlü istiyorsa siparişi içeriye iletirken sütün de ısıtılmasını sağlıyorsun" diyor. Öteki her söze kafasını sallıyor, bazılarını tekrar ediyor.
Sonra ders notlarına bakarak hangi kahve çeşidinin kullanıldığını öğrenip arkadaşına da öğretiyor.
Sıra genel kültür bölümüne geliyor.
"Bak," diyor "ismi aklında kolay kalır, press basmak demek" diyor. Öteki tekrarlıyor "haa evet, press basmak demek, aklımda kalır" diyor.

Ötekisi kaldığı yerden tekrar ediyor. "Press basmak demek, evet" diyor ve önündeki notlara bakarak "French de.." diyor ve notlar arasında bilgiyi arıyor bir süre.

Bir süre sessizlik.

Sonra tekrar cümleye baştan başlıyor: "Press basmak demek, Frenç de sanırım sanatla ilgili bir şeydi, tam hatırlamıyorum şimdi."

Ben otobüsten inerken onlar hala kahve servislerine çalışıp duruyorlardı.

Otobüs - Düşen cüzdan

Geçen gün otobüs durağında dikiliyorum. Önümüzde bir otobüs durdu (son durak), yolcular inmeye başladı. Şoförün olduğu taraftan da inenler var. Tam o sırada inen birisi cüzdanını düşürdü tam şoförün yanına doğru. Arkasından inmekte olan adam şoförden önce davranıp cüzdanı kaptı yerden ve otobüsten hızla inip cüzdanın sahibinin peşine düştü ama tabii ki ilk başta cüzdanı kapıp gidiyormuş gibi göründü. Mikrosaniyelerle ölçülebilecek o an sırasında şoför bir an cüzdanı yerden alan adamı izleyip arkasından "hooop" diye bağırdı.
Daha hooop'un yedinci o'suna gelmemişti ki adamın cüzdanı sahibine verdiğini görünce p'yi söylemeden durdu.

Hoş bir andı. Dışarıdan izleyen biri olarak. Cüzdanı düşüren kişi açısından da mutlu sonla biten bir hikaye tabii.

Perşembe, Kasım 22, 2007

Otobüs

Geçen gün Serpil Çakmaklı saçlı kızdan bahsetmiştim ya. Ondan birkaç gün sonra ben oturacak yer buldum, çöktüm hemen. Bu da biraz sonra boşalan, önümdeki oturağa çöktü.

Kafamı koyayım biraz kestireyim diye plan yapıyordum ben tam o sırada veeee. O da ne. Önümdeki oturağın kafa yaslamaya müsait olan yeri tamamen saç kaplı. Serpil Çakmaklı saç modeliyle. Şimdi kafayı oraya yaslasan olmaz. Gözlerimi kapatıp kestirmeye çalıştım.

Akşam dönüşte, elemana bu olayı anlatıyordum. "Ya bu sefer de gelip önüme oturdu, uyuyamadım" dedim. O sırada önümde oturmakta olan başka bir kız (varmış, sanırım bize kulak misafiri olmuş) ve benim bu olayı anlatmamla birlikte ellerini ense bölgesine atarak saçlarını toplamaya başladı (saçları Serpil Çakmaklı modeli olmasa da). Bu sahneyi görünce elemanı dürttüm. Gülüştük sessizce.

Sonra uyuma pozuna girmek üzere ense bölgesine bir şal yerleştirdi. Ve kafasını yaslayıp, uyudu.

İnmek üzereydim. Bir anda doğruldu yerinden ve ense bölgesine yerleştirdiği şalın yerinde olmadığını gördü. Arkaya dönüp bana öyle bir bakış attı ki, kendimi hırsız gibi hissettim (yani bakışları ile yeterince "hırsız!" diyerek iftira attı bana zaten) fakat sonra şalın omzundan aşağı düştüğünü fark ederek topladı kendini.

O bakışları beni rahatsız etti. Kimi etmez ki?

Perşembe, Kasım 15, 2007

Otobüs - beni kategorize etme

Olay olay olay şokkk şokkk şokk flaşşş flaşş laşş laşş laşşş..

Sabah- akşam binilen birbirinden renkli, allı yeşilli otobüslerimizde dikkat çeken ve artık ''kült'' haline gelmiş hal ve hareketler bütününü sergileyen yurdum insanlarını bir gün lazım olur diye yemeyip içmeyip kategorize etmiştim. işte o gün bugün…. büyük gün…

telegolün sanasayonlarına yüzonbeş basacak bu çarpıcı araştırma kuponsuz kurasız siz saygıdeğer “otobüste”kilerin hizmetinde. az sonra.


A- İki kişilik koltuğa çanta, kaban vs. bilimum teçhizatla sanki otobüs babasının malıymış gibi kurulan tipler :
Laf aramızda en uyuz olduğum ''yolcu'' tipleridir bunlar. Bayan, bay, gay olması farketmiyor.
Kategori için ''mal'' olmaları yeter şarttır. Dolayısı ile bazen bir çok boş yer olmasına rağmen kıllığına onların başına dikilip, oturabilir miyim der ve oturursunuz. Tabi hazret oflaya puflaya pılını pırtısını toplar ve bir de utanmadan başka yer yok muydu gibisinden arkasına bakar. Lakin gıcıklık değil mi onunla birlikte siz de bakarsınız arkaya ama ''tüh orada boş yer varmış gidip oraya oturayım bari demezsiniz'' tabi.

B– İki kisilik koltuğun koridor tarafına oturan tipler :
''A'' şıkkının teçhizatsız olan tipleridir. Bunlar kendi aralarinda ikiye ayrılırlar.

1- Art niyetsiz olanları : Muhtemelen bir veya ikinci durakta ineceklerinden inerken kendi ve yanındaki şahıs sıkıntı çekmesin diye koridor tarafına otururlar. Sayıları kel aynaklar kadardır ama bunların.
2 – Ar damarı çatlamışlar : ''A'' şıkkındaki teçhizatlı tiplerden amaç olarak farklı değillerdir.
Hatta ''A'' şıkkındakilerin hafifletici, ağır sebepleri (çanta, kitap, kaban vb) vardır. Dolayısı bu tipler daha bir maldır! Ve kimse rahatsız etmesin diye iki kişilik koltukta tek başlarına yayıla yayıla gitmek isteyen tiplerdir. Bunların bir başka türü ''C'' şıkkında ele alınacaktır.

C– İki kişilik koltuğun cam tarafına oturup evinde fashion tv seyreder konumun rahatlığında bacaklarını 45, 60 hatta bazen 90 dereceyi zorlayan açılarda açan tipler.
(Uyanık halk otobüsü sahiplerinin 5 yolcu fazla almak için koltukları küçültmesinden oluşan mecburi hallerde sözümüz pek tabi ki meclisten dışarı)

Öyle ki bu tiplerin yanlarına oturduğunuzda hiç istiflerini bozmadıkları gibi güya yanıma kim oturdu bir bakayım belki tanıdık biridir kisvesi altında ''ulan oturacak başka yer yok muydu'' bakışı ile bir de süzülürsünüz bu ''şeyler'' tarafından. Off yani.

Ç– Otobüste boş yer olduğu halde ayakta yolculuk eden tipler :
Etliye sütlüye karışmayan kendi halinde zararsız tiplerdir. Ya çok yakında ineceklerinden oturmaya tenezzül etmeyen ya da gerçekten ihtiyacı olan birileri gelip oturur diye ince düşünen sevilesi tiplerdir. Yahut a, b ve c şıklarındaki tiplere ''bulaşmak istemediklerinden'' oturmaktan imtina eden kişilerdir. Her halukarda sevilesidirler.

D– Walkman’in sesi neredeyse dışardan duyulacak şekilde volume sevdalısı tipler :
Öyle ki, daha akbili basarken havaya girersiniz. Belediyenin halk konseri olayını aştığını ve otobüslerde yeni bir uygulama başlattığını düşünürsünüz. Ne var ki bir süre sonra gerçeği anlarsınız. Hayır, dışardan biri olarak sizi dahi rahatsız eden bu ses, kulağına yapışık vaziyette bu genç kardeşimizi nasıl rahatsız etmez anlamak güç doğrusu. Ah tabi ya. şimdiki gençler!

E– İlerleyelim beyci tipler :
Bunlar da kendi arasında ikiye ayrılırlar.

1- Halk adamıdırlar : Kendi kendilerine şoför- muavin olurlar. Hadi bir kişi kaldı , bir kişi daha diye diye bütün istanbul’u otobüse alırlar. Haliyle siz de bırakın kımıldamayı nefes dahi alamazsınız.

2- Şoförün bizzat kendisidir: Eskiden belediye otobüslerine biletsiz ve akbilsiz binilmezdi. Mecbur kalındığında da medine dilencisi gibi bilet , akbil sorulurdu. Belediyemiz veya şoförlerimiz dahiyane fikirle artık fazladan akbil bulundurarak biletsiz ve akbilsiz yolculara 10 ykr karla akbillerini kullandırtıyorlar.

Tabi bu durum eskiden gönülsüz olarak söylenen ''sağlı sollu ilerleyelim beyler bayanlar'' lafının daha bir içten ve on saniyede bir söylenmesine hatta arkaya ilerlemezseniz otobüs hareket etmez tehditleriyle başka bir boyut almıştır. Yine her durakta inende olur binende olur sözünün pabucunun dama atılıp ''her durakta mutlaka biletsiz ve akbilsiz yolcu olur'' anlayışı hakimdir bu tipler için. (Ne zamandır seyahat etmediğim için tam bilmiyorum ama sanırım bu uygulama kaldırılmış. Dilenmeye devam yani! Aslında biraz sıkışıklık dışında iyi oluyordu bu uygulama)

F– Sabah- öğle- akşam mütemadiyen uyuyan daha dogrusu gözleri kapalı İstanbul’u dinleyen tipler:
Kimi sevgilisinden ayrılmış eski günleri düşünüyordur, kimi yorucu bir iş veya okul gününün ardından İstanbul’u dinler gözleri kapalı kimi de sabah-akşam iş saatlerinde her daim mevcut olan yaşlı yolcularımızla göz göze gelmemek için göz kapaklarını dinlendirir belki de!
Bir de gerçekten uyuyanlar vardır.
Her iki grup da zarasızdır aslında. Ama gerçekten uykuda olup omzunuzu yastık olarak kullanmadıkları ve de horlamadıkları sürece…

G– Otobüs devrilse (Allah korusun) ruhları duymayacak dalgınlıkta kitap, dergi vs. okuyan tipler :
Övünmek gibi olmasın benim de içinde bulunduğum gruptur efendim. Bu tipler için, koltuk da, kapı aralağında ya da bir eli tutacak da bir şeyler okumak olmazsa olmazıdır yolculukların. Hele ki yarım saatten fazla sürecekse yolculuk.


Ekmel Bey'den gelen yazıyı sunduk sizlere. Bir sonraki postumuzda buluşmak üzere. Ekmek Bey'e teşekkür eder, iyi yolculuklar dileriz.

Çarşamba, Kasım 14, 2007

Marmara Denizi Durağı


Sahilden Bakırköy'e giderken yol üzerinde yeni bir otel açıldı. O otelin önünde bir otobüs durağı var. Geçen gün trafik ağırlaşınca, durağın ismini gördüm ve hemen fotoğrafını çekeyim dedim.



Karadeniz durağı ve Akdeniz durağının, hangi ilde ve ilin ne tarafında olduğunu da merak ettim. İstanbul'un Marmara Denizi ile sırt sırta duran güney hattı boyunca, neden sadece bu noktanın "Marmara Denizi" durağı olarak atandığını anlayamadım tabii ki. Mesela neden Yenikapı civarında değil bu durak ismi? :-)

Var mı bir fikri olan?

Pazartesi, Kasım 12, 2007

Blograzzi'de Günün Menüsü: Otobüste




Blograzzi'de günün blogu biziz.
Blograzzi'ye teşekkür eder, iyi yolculuklar dileriz.

Cuma, Kasım 09, 2007

Otobüs - Direk kavgası

Otobüste koltuk kapma kavgası vardır. Gizli. Üstü kapalı. Psikolojik savaş. Oturan genç çocuğa bakışlarını dikip huzurunu kaçıran (genellikle yaş grubu 40+ olan kadın profili), bir kadına yer vermek istedi diye yanındaki erkek arkadaşına ve yer verilmesi düşünülen kadına ters ters bakan genç kız profili..

Benimkisi "direk kavgası". Sağ elim sağdaki direği, sol elim soldaki direği tutuyor. O sırada yanıma bir kız geliyor. O da benim gibi sağ eliyle benim solumdaki direği, sol eliyle de öteki direği tutarak gidiyor bir süre. Otobüsün dur-kalkları arttıkça sağındaki direğe doğru kaymaya başlıyor ama o direkte benim elim de var. Eh, n'apayım, elimi biraz daha yukarı götürüp durumu kurtarmaya çalışıyorum ama o sırada sol elimi cebime sokmam icap ediyor ve bir de bakıyorum ki... Kız o direğe yaslanmış bu sefer. Şimdi sıkıysa sol elinle o direğe tutun!!

Birkaç saniye için, elini çekiyorsun ve sol elinle tutunduğun direği kaybediyorsun.

Bu kavga birkaç gün sürüyor. Aynı kız ile başka bir hikaye daha oluyor. Sonraki postlarda devam edecek. Kod adı: "Serpil Çakmaklı saç modeli olan kız" ya da "Serpil Çakmaklı saçlı kız".

Hadi bakalım.

Çarşamba, Kasım 07, 2007

Otobuste Facebookta Facebookta Otobuste

Otobuste isimli güzide bir grup son zamanların dolmuşu facebookta yeralmakta gördünüz mü?. Okuyucular, yazarlar, bizden haberi olmayan herkes gelebilir(nası yani!?).. Kahve servisi yapılmıyor ama kaptana iletirim.. şikayetçiyim..

Grup linki

Salı, Kasım 06, 2007

Bir Gece Vakti Otobüs

Cumartesi, Kasım 03, 2007

Bebek İşte:)

Cevizlidere-Kızılay Otobüsü tıkabasa dolu konserve vaziyetinde giderken içerden bir çocuk-bebek (her neyse işte ondan:) sesi geliyor. Çocuk "anne agu anne bigu" vs vs diye bi yandan annesini sıkıştırırken bi yandan da otobüstekilerin başını ağrıtıyor. Veeeee bir anda çocuk "Anne memeaa" diye bağırdı, Ön taraf olarak benim gördüğüm herkesin yüzünde önce bi şaşkınlık sonra da bi gülümseme oluştu,bi kısmı da kopmamak için kendini zor tuttu. Kadının yanında olup yüzünün aldığı hali görmek isterdim doğrusu:) Ondan sonra çocuğa gülmekten otobüsün konserve olması falan umrumda olmadı tabi:)

Otobüste - Biz İnsan Taşıyoruz



Daha önceki girişlerden birinde (Otobüs içi reklamlar) bahsi geçen görüntüye sonunda kavuştuk. Foto desteği için, otobüste ekibi olarak Nurettin'e teşekkürlerimizi bizzat ben sundum.

"İnsan Bincek Bu Otobüslere" mi dediler acaba afiş siparişini verirken? :-)



Daha yakından bakmak için fotoların üstüne tıklayabilir veya otobüse binip kendi gözlerinizle görebilirsiniz.

Cuma, Kasım 02, 2007

No smoğkink diyor


Yukarıdaki fotoyu Özgür'ün Flickr hesabında gezerken gördüm. Buraya da aktaralım dedim. Özgür'ün notu ile birlikte tabii ki.

"Sabahları bindiğim Beşiktaş - Kadıköy vapurlarındaki sigara-içilmez işaretleri hep İngilizce!!"

Otobüs - Suratıma bakacağına ilerlesene

Sabah saatleriymiş. Otobüs ağzına kadar doluymuş. Durakta da bir o kadar insan otobüse binmek için bekliyormuş. Kimi sanki Rolls Royce'a binermiş gibi ağır-ağır biniyor, kimi de yer kalmadığı için ilerleyemiyormuş. O sırada yaşlı (fakat dinç) bir teyzeye sıra geliyormuş. Akbil'i basıyor ve bir "arkadakilerin sağlı sollu ilerlemesini" söyleyen şoföre ve bir de yolculara bakıp bir süre sabrediyormuş.

En sonunda patlıyormuş ortada dikilmekte olan yolculardan birine:
- Suratıma bakacağına ilerlesene!

Şimdi buraya kadar her şey normal tabii fakat bu teyze sanki Fıratpen'in "üretmek mutluluktur" reklamından fırlıyormuş gibi görünüyormuş. Zaten o tarzda söylendiği için bu cümle otobüsteki herkesi güldürüyormuş. Hani şu çivi çakan, demir sıkan, inşaatta çalışan nine vardı ya reklamda.

Çarşamba, Ekim 31, 2007

Otobüs Postası'dan çıkanlar


Mail kontrollerini çok sık yapamadığım için geç kalan bir ileti daha. (Mailleri kontrol ettiğim zaman yeni bir şey olmuyor, bir süre bakmadığım zaman birikmiş oluyor. Tuhaf.)

Az ve Öz isimli blog bir kampanya başlatmış. Otobüslerle ilgili. Şehirdeki eski model otobüslerin hem gürültüsünü hem de çıkardığı dumanları kesmek için. Yeni otobüslerin güzelliğine alışınca elbette eskilerin görüntüsü bile rahatsız ediyor insanı.

Eski model taksilere binmeyen yolcular gibi.. Eski model otobüslere binesi gelmeyebilir çoğu yolcunun.

Haydi bakalım. Buradan buyurun.

Bir de güzel bir otobüs fotoğrafı vardı. Yenilerden. Onu da buraya koyayım dedim. Güzel oldu değil mi? :-)

Pazar, Ekim 28, 2007

Metroda Yüksek Teknolojik Reklam

Ankara Metro&Ankaray'da eskiden 50*70 Panolara reklam afişi asılırdı. Sonra tek bir reklam koymaktansa monitör koyarız beşer saniye reklam gösterir daha çok para kazanırız dediler bu panoların içine fotoğrafta görülen monitörleri yerleştirdiler. Bu ekranlar bi süre önce sebebini bilmediğim bir şekilde çalışmaz oldu.


En sonunda hangi cin fikirlinin işiyse ekranı söküp içine reklam için yazısını koymuşlar. Resimde görünen yazı ekranda görünen zaman zaman değişen bir yazı değil, bildiğimiz kağıda çıktı alıp ekranı tornavidayla açıp kağıdı içine yerleştirmişler elektrik masrafı olmasın diye:) Şimdi bu adamlar reklam verenler için de ekranları söküp içine kağıt afiş mi koyacaklar acaba bilemedim, benden çok merak eden varsa numarayı arayıp bizi de bilgilendirebilir:)

Perşembe, Ekim 25, 2007

fenerbahçe maçından dolayı trafik kilit, eve ulaşmak için bölgedeki tek vasıta olan taksi tercih edilmek zorundadır ve bir önceki taksi "boş musunuz?" sorusuna "nereye?" diye cevap vermiş; söylediğinize semte rayicinin aksine tiksinerek yaklaşmış daha da beteri akıl vermiştir size akşam akşam iş çıkışı.. "abla bu merdivenlerden karşıya geçip 500-600m gidiyorsun, otobüsler geçiyor oradan"..

-harbiden mi??.. 18 senedir burada oturuyoruz bak inan aklıma gelmemişti bu deneyim..

allaam yaa; "trafik var almıyorum müşteri" de, ona bile razıyım ama akıl verme nolur..

neyse.. diğer arkadaş da semti beğenmemesine rağmen; "e o zaman erenköy'den dolaşın farketmez" diyip arka koltuğa yayılınca, yola çıkmak zorunda kalmıştır.. olaylar gelişir..

önce çakmak ister ama sigara kullanmadığımı öğrenerek nedense sevinir (bkz: hayırlı kısmet)
memleketimi sorar; istanbul doğumlu olmam kendisini tatmin etmez ankara kökenine kadar araştırır ve sonunda bakla ağzından çıkar:

taksici: "ben sizi melez" sanmıştım
zynp: yok biraz yandım da.. (içinden muhahaha)
taksici: ama çok doğal durmuş; benim en sevdiğim ten..
zynp: eveett, ben müsait bi yerde rica ediyim..

para üstünü alırken baktım nişanlıydı üstelik.. bi de incelemişim adamı..
(bkz: istemem yan cebime koy)

15.08.2007

Salı, Ekim 23, 2007

Ben de bunu gördüm

Ned'in aşağıdaki yazısını okuyunca aklıma geldi, hemen yazıyım dedim.

Sene bilmem kaç, ben gene yaz tatili için Kaş yolcusuyum. Gece 11 suları Ankara'dan başlayan azap dolu yolculuğumuz güneş bir hayli yükseldiği halde devam ediyor.

Şöför bir güzel Fethiye'ye kadar götürdü bizi. Ondan sonra yapması gereken Fethiye'den çıkıp dümdüz Kaş'a doğru basması. (basması dediğime aldanmayın, o yolda basmak mümkün değil, ağır aksak ilerliycez.) Arada bir iki yerde daha durulacak o kadar.

Lakin şöför yolu bilmiyor, diğer şöför de bilmiyor, muavinde. Önce bir iki ters hareket yaptı şöför "ne tarafa dönücem, napıcam aman da viraj varmış" fln. Ben dayanamadım, en öne geçtim.

Şurdan dön, burda dur, keskin bi viraj var şimdi, yavaşa, abi yavaşla, dikkat viraj, burda durucaz, yavaşla, sağa dön, Kalkan'a giricez, sağda terminal, yavaşala...vs vs vs

Pazartesi, Ekim 22, 2007

Otobüs

Ben bunu da gördüm!

Otobüs, semt girişini kaçırınca...
İçerideki insanlar ayaklanıyormuş. Onu anladım. Bir sonraki çıkışa gelip geriye dönüp tekrar aynı noktaya gelene kadar iki dakika sürüyormuş. Fakat dönemecin yanlış olduğu anlaşıldığı anda yolcuların yarısı otobüsten iniyormuş.
Şoföre hemen kin kusmaya başlayan yolcu da varmış.

Dünyanın en hızlı sol beki ile alakası yok bu durumun tabii. :-)

Cuma, Ekim 19, 2007

Otobüste - Saat 21.00 civarı

Bazen otobüse binip-inen bazı yolcuların, özel bir tiyatro tarafından "yolcuları eğlendirmek" veya "yolcuları düşündürtmek" gibi görevleri yerine getirmek için otobüslere gönderildiğini düşünüyorum.

Bu hissim dün gece zirve noktasına ulaştı. Otobüse bindiğim duraktan biraz ilerledik ki iki tane "genç" bindi otobüse. Sahneye çıkışları halk ile iletişimi becerebilecek kadar sıcak bir tarzda görünüyordu fakat... Sonrasında otobüsü ele geçirip insanlara "yaşam tarzlarını" göstermeyi tercih ettiler. Fakat bu hikayeyi "hayat tarzı" kısmını not etmek için değil son sahnesindeki "şok" için anlatıyorum.

İyi dinleyin şimdi.

Ellerinde bir kuruyemiş kesekağıdı ile bindiler. Kuruyemiş bittiği için kesekağıdını nereye atacaklarını bulamadıkları ve yere de atmak istemedikleri için (bilinçli toplum) ilkokul öğrencisi çözümüne yeltendiler. Bu yöntem şöyle çalışır: Çöpe atmak istediğiniz şeyi arkadaşınıza "bir fayda" olarak sunarsınız. "Al, sen ye biraz kuruyemiş" dersiniz ve karşı taraf paketin boş olduğunu görünce "bilinçli bir vatandaş" olduğu için onu yere de atamaz. Elinde "patlar".

Bu çocuklar da bu numara ile birbirlerini kandırdı fakat kağıt yanlarındaki boş koltuğa kaldı. (İnerken onu da aldılar, haklarını yemeyelim şimdi.) Sonra başladılar birkaç kız hakkında konuşmaya. Otobüs kalabalık değildi ama ona rağmen bağıra bağıra konuşmayı tercih ediyorlardı. Bir tanesi "peşindeki" kızdan bıktığı için öteki arkadaşına devretmeye çalışıyor. Öteki de "tamam, sen ver numarasını" deyip çeviriyor numarayı. Çaldırıp-kapatıyor. Sonra başka bir kıza geçiyor konu. Çaldırıp-kapatıyormuş kız bunu. Öteki de o sırada ikisinin de tanıdığı fakat pek çaldır-kapat yapmayan bir başkasını çaldırıp-kapatıyor. Gururla arkadaşına dönüp "bak, en fazla üç dakka içinde döner bana, biliyorum, bak, say, üç dakka..." öteki de "ver ben de çaldırayım" diyor. İkisi de çaldırıyor.

Sonra artık konuşmaları bu "üç dakka içinde geri dönülen" çocuk ele alıyor. Diyor ki "bak, şu kızı ara, adını bilmiyom ama öğrenirsin, çok güzel kız valla" diyerek arkadaşına numarayı paslıyor. Çaldır-kapat oyunu oynayan çocuk çeviriyor numarayı, başlıyor telefonda konuşmaya. "Ben bilmem kim (adını söylüyor)" karşı taraf kim olduğuna dair daha ayrıntılı bilgi istiyor herhalde, boyunu söylüyor telefona. "1.73 civarlarında" diyor. Arkadaşı gülmekten kırılıyor o sırada. Ekliyor "22 yaşındayım" diyor ve ben böylece tiplerinden çözemediğim yaş gruplarını öğrenmiş oluyorum. Karşı taraf telefonu kapatıyor. Bu bir daha arıyor. (Bu arada olanı biteni otobüsteki insanlar dinlemek zorunda kalıyor ve belki de içlerinden "gençlik bitmiş" deyip duruyor -iki tane dümbeleğin davranışlarına bakarak.) Karşı taraf telefonu yine cevaplıyor, ötekinin kahkahası arkadan duyulabilecek durumdayken arkadaşı ciddi bir şekilde konuşmaya çalışıyor fakat karşı taraf her seferinde "kimsin, nerden buldun telefonumu" diyor herhalde ki "numarayı veren" arkadaşı girmeye kalkıyor devreye. O sırada onun telefonu çalıyor, o "çoşkun" genç bir anda "uslu bir çocuk" haline dönüyor. Dükkandan arıyorlarmış, eve hala gitmediğini öğrenmişler de, nerelerde sürtüyormuş onu soruyorlar. (Eh, tabii bunu o kadar yüksek bir sesle söyleyemiyor). Bu olay gerçekleşirken telefondaki de aradığı kızın ismini öğrenmek için şu soruyu soruyor: "Ben sizin adınızı öğrenmek istiyodum. Adınızı söyler misiniz bana."
Ben de bakalım öğrenecek mi diye merak ediyorum. Öğrenemiyor.

Neyse bu kısımda olan bitene siz de şahit olmuşsunuzdur mutlaka bir yerlerde. Fakat şu son dakikada, tam inmelerinden önce gelişen olayı hiçbir yerde görmemişsinizdir, duymamışsınızdır belki de.

Üçüncü defa telefonu çaldırıyor fakat bu sefer telefona bir erkek çıkıyor herhalde ki bizimki ufaktan küfürlere ve tehditlere başlıyor.. "Bana bak," diyor, "otobüsteyim ben şimdi, burada olmasam gelirdim oraya". Sonra herhalde "ben kiminle görüşüyorum acaba" sorusu onun aklında da oluşuyor ve diyor ki "sen kimsin, telefona niye sen çıkıyorsun" diye karşı tarafa dikleniyor. Ve o sırada daha fazla kontör kaybetmeyeyim diyerek veya karşı taraftan yediği ama bizim duyamadığımız küfürlerden dolayı telefon kapanıyor. Arkadaşı merak ediyor. "N'oldu" diye soruyor utanma moduna girmiş çocuk. Biraz da korku kaplamış yüzünü ve (ustasının adını söyledi ama tam duyamadım) ".... aradı dükkandan, evi aramış, hala gelmedi mi bu eve, neredesin diye sordu" diyor.

İşte buraya dikkat:
Suratına telefon kapatılan ise neşesinden bir şey kaybetmemiş. "Herifin biri çıktı telefona, Türkçe bile konuşamıyor" diyor.

Aklıma ilk olarak bir "yabancı" fikri geliyor bu yüzden ama olayın öyle olmadığı bir dakika içinde ortaya çıkıyor. İnmek için düğmeye basıyorlar. Korku kaplamış bünyeye sahip çocuk gidip o kesekağıdını alıyor koltuktan ve sonra "nasıl yani konuşamıyor, hasta mı" diye soruyor.

Bunca zaman şu cümleyi duymak için mi seyrettim bunları acaba dedirten cümle işte o zaman geliyor:
"Köylü olm köylüüü, konuşmayı bile bilmiyo hayvan!" diye bağırıyor neşe içerisinde.

Ve iniyorlar.

"Şehirli insanlar"la aynı otobüse bindiğim için gurur duydum bir an. En azından konuşabiliyorlardı. Değil mi.

Ha bir de en baştaki hani "en fazla üç dakka içinde dönecek" olan kız da geri çaldırmıyor. Tabii bu konu gündeme gelmedi, merak eden olur diye söyleyeyim dedim.

Perşembe, Ekim 18, 2007

İETT'lerde Toz


İETT şoförünün toz bezi :) Gerçekten bu otobüslerin temizliği zor iş olmalı.

Çarşamba, Ekim 17, 2007

Resim


  • Yağmurlu veya da karlı bir günde bu resim çekilmiş olsa idi daha iyi olabilirdi.
  • E-5'de yürüyen adam nereye gidiyor ve oraya nasıl girdi?

Otobüs içi reklamlar

Geçen gün görünce aklıma geldi yine. İlk defa ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum ama sanki bir yıldır falan iett'nin şoför arkası reklam panosunda kullandığı bir afiş var. Üzerinde: "Biz İnsan Taşıyoruz" yazıyor hani. Görmüşsünüzdür. (Fotosunu çeken olursa bu post'a sonradan ekleyebiliriz. Arka koltuklar boş.)

O afişi görür görmez aklıma şu geçen yıllardaki Cem Yılmaz'lı Doritos reklamında geçen cümle gelmişti: "İnsan yiycek bunu, insan".

Bir tane de İddaa'dan. Geçen gün fark ettim, hani şu ayakta dikilenler için tutaçlar vardır ya. Onlara ilan vermişler: "Futbol ayakta kalmaktır" yazıyor. Hoşuma gitti. (Onun da resmini çeken olursa arka koltuklarımız hala boş, ekleriz:-)

Uzun bir aradan sonra

Çok uzun bir aradan sonra geçen cumartesi günü otobüse bindim.

Aslında daha önce de sıkca dile getirdiğim gibi evimin çok ters bir yerde olmasından dolayı arabasız pek dışarı çıkamıyorum. Ama o gün sabah bir arkadaşım aldı beni. Zaten gideceğimiz yerden de beraber döneceğimiz için tek arabayla çıkmanın daha akıllıca olacağını düşünmüştük. Lakin işler planladığım gibi gitmedi, gittiğim yerden başka bir yere geçmem gerekti, ordan oraya ordan oraya derken benim eve dönme saatim gece yarısına doğru oldu. Gün içi gezmelerimde hep arkadaşların arabalarıyla bi yerlere gittik geldik, ama eve dönüş saati geldiğinde beni eve bırakabilecek kimse kalmamıştı, ben de mecburen otobüs durağının yolunu tuttum.

Saat 11 buçuk suları, otobüs durağında yerimi aldım. O gece uzun zamandır hasretle beklediğimiz yağmur bizi şereflendirmiş, ince ince yağıyordu (bu yağışın barajların doluluk oranına bir katkısı olmamış ne yazık ki). Otobüs 12:15de geldi. Yapacağım otobüs yolculuğundan daha uzun bir bekleme süreci yaşamış oldum. Ayrıca uzun zamandır otobüse binmemiş bir insan olarak, yol seyretme keyfi için sabırsızlanan bana bu süre daha da uzun geldi.

Siz şimdi böyle uzun bir girizgahdan sonra sanıyosunuz ki otobüsde çok acaip bir şey oldu, onun için yazıp duruyor, ortamı detaylarıyla anlatıyorum. Ama hiç de öyle acaip birşey olmadı. Otobüs geldi bindim, yağmur yüzünden buğulanan camlar ve dışarıdaki karanlık yüzünden yol seyretme keyfi falan da yaşayamadım.

E peki bu kadar lafı niye yazdım?

Şehir içi ulaşımı otobüsle sağlıyorsanız mutlaka yanınızda olaması gereken şeylerin kitap veya müzik dinlemenize yarayacak bir aparat olduğunu size hatırlatmak istedim. Eğer bunlar yoksa ve yağmur ve karanlık yüzünden dışarıyı göremiyorsanız, otobüsde de ilginç birşeyler olmuyorsa yol çok sıkıcı olabiliyor.

Her şeye rağmen otobüs yolculuğu yapmayı özlemişim, o ayrı.

Pazartesi, Ekim 08, 2007

İ.E.T.T.'den haberler




Neymiş peki bu ödülün sebebi? Öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Perşembe, Ekim 04, 2007

ABS (Avanakların Baskı Sistemi)



Bu blogda ABS üzerine birçok hikaye vardı. Hepsinde de şu ABS'yi bahane edip birbirinin üstüne çullanan insanlar rol aldı.

Bu fotoğrafı Zoya'nın blogundan alıyoruz. Afiş gibi!

Zoya yine de eklemiş:

"Otobüslerde telefonla konuşmak pek de yasak değilmiş. Bunu Taksim yolunda teyit ettik."

Cuma, Eylül 28, 2007

Biraz da amcalardan bahsedelim

Genelde tonton teyzeler konuk oluyor sohbetlere ama amcalar da hiç aşağı kalmaktan hoşlanmazlar tabii.

Aşağıdaki olayı Zoya göndermiş.

Eminönü'nden kalkan Başakşehir otobüsünün dolmasını bekliyoruz. Yaşlı
bir amca otobüse biniyor, şoföre bakıyor.
- Evladım bu Eminönü'ne gider mi?
- Amca Eminönü'ndeyiz zaten.
- E peki nereye gider?
- Başakşehir'e.
- Pekiiii ben de o zaman oraya giderim:)))

Pazartesi, Eylül 24, 2007

Onur Yüksel Anlatıyor : Bursa'dan bir otobüs hikayesi




Yazmaya üşenenler için video servisimiz de başlamıştır. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi...

Çekimde miyiz?

Çekimdeyiz.
Çekilin yoldan, geliyor Otobüs :)

Yukarıdaki videoyu göremeyenler için direkt link burada.

Cuma, Eylül 21, 2007

Otobüste Uyuklarken Yanağı Cama Yapıştırma Eylemi

Diyelim yol uzun. Üstelik gece. Başlarda gözlerimiz oldukça fincan gibi. Koftiden sanatçı olan ruhumuz koltuğa oturur oturmaz insan gözlemlerine başlamış. Ruhumuzun eleştirel tarafı ise aynı anda 'sanki bir dahaki romanına yazacak karakter arıyor a.q. salağı' gibi normalde başkasına bile demeyeceğimiz şeyleri bizzat bize söylüyor.

Bu iç çekişmeler, çemkirmeler ve/ veya çelişkiler yavaş yavaş uykumuzu getiriyor. Muavin filmi koyuncaya kadar bir saat kadar vaktimiz var. Gözlerimizn görüşü bir süredir üstten yarı yarıya kapanarak sınırlanmış durumda zaten. Ne yapmalıyız? Uykuyu iyicenemene çağıran hareketler yapmalıyız değil mi?

Ve fakat o da ne? Yolculuk boyunca yanında tuttuğu sırt çantasından minik yastık, küçük su, ufak kek, terlik, ayıcık gibi şeyler çıkararak istikametine yol yorgunluğundan eser olmadan varanlar familyasından olmadığımız için göğse düşen kafa kısa bir süre sonra cama ufak bir küt sesiyle çarpmaya başlamıştır. Zira, kafamız yanımızdaki yolcu kişinin omzuna düşmesin diye cama doğru cama doğru uyuklamaya çalışmaktayızdır.

İşte tam burada, üçüncü kütten sonra kafayı bir daha eski yerine getirme arzumuz tamamen suyunu çekmiştir. İyice bastıran uykuyla, alnımızın üst köşesini cama sağlamca yerleştiririz. Ve fakat, seyir halindeki otobüsün zıngır zıngır zıngırdayan bedeni, beynimizde ufak ama sürekli depremlere sebep olmaktadır.

Muavin, elindeki yuvarlak ve aynamsı nesneyle tavana yakın duran ekrana doğru yönelmiştir. Uyuklamak için son üç dakikadır. Önce çaktırmadan etrafa bakılır. Diğer koltuklarda, yaşıtımız olup da fiziksel olarak 10 üzerinden en az 7 verebileceğimiz bir karşıcins kişisi olup olmadığı kontrol edilir. Diyelim öyle biri var, o zaman konumuna göre karar verilir, stratejik davranılır. Ben yok varsayarak devam ediyorum, zira başlıkta söylediğim sonuca ancak böyle varabilirm.

Yakın koltukların temiz olduğu kanaatine vardıktan sonra artık yapacak tek bir hareket kalmıştır. Film başlamak üzere olduğundan uyku için çok az kalan süreyi daha iyi değerlendirmek için bu hareket olabildiğince hızlı yapılmalıdır: Tek seferde, yumuşak ve sıcak yanağımızı, sert ve soğuk cama yapıştırırız. İşte oldu, bu kadar! Başta gelen ufak ürperme hemen geçecektir. Film başladıktan bir süre sonra, yani yüksek ve dandirik ses dolayısıyla uykumuz açılıncaya kadar, gönül rahatlığıyla bu pozisyonda durabiliriz. Hadi bakalım.

Dipteki Not: Üç tarafı yastıkla kaplı bir boynunuzun olduğu hal, otobüs uyuklamaları için en rahat hal. Demem o ki, o şişirilerek kıvamını bulan, ortası eksik yastıkları küçümsemeyin, birer tane edinin.

Pazartesi, Eylül 17, 2007

Yılın Minibüsçüsü

Gece saat nerede ise iki sularında, Avcılar'a dönmek için minibüs gelir mi yoksa taksi ile mi dönerim diye bakınırken birden arka arkaya üç tane Avcılar-Topkapı minibüsünün geldiğini gördüm. En boş olana atlayıp, boş olan ön koltuğa kuruldum ki hiç beklemediğim bir sürpriz idi.

Ancak nedense üç tane olunca o kadar ağır gidiyorlar ve nerede ise her durakta beklemelerinde sıkıldığımdan rahatsız olduğumu belirtmek için sordum:

- Nasıl oldu da bu saatte üç tane arka arkaya minibüs var.
- Son araçlar bunlar, abi.

Ancak bir başka şey dikkatimi çekti. Kapı sürekli açık iken birisi inmek için ayağa kalktığı zaman minibüsçü hemen kapıyı kapatıyor ve tam durmadan da açmıyordu.

Böyle bir olaya ilk defa farkına varıyordum. Daha önceleri minibüsçülerin durağa gelmeden kapıları açmalarında çok rahatsız olduğumdan arkama dönerek iyice baktım.

Bir süre sonra Avcılar'a geldik ve köşede inmek istediğimi söylediğimde, minibüsçü şöyle dedi:

- Abi, kusura bakma. Gece gece geç bıraktık. Araç benim değil. Aslında okul servisi işletiyorum ama evi boya yaptırdığımdan geceleri biraz çalışıyorum. Son araçlar olduğumuzdan da müşteri kaçırmak istemedik.

Teşekkür ederek indim. Açıklama yapmasını beklemiyordum. Hatta bir minibüsçünün özür dilemesini hiç bekleyemezdim.

Apartman kapısını açarken bir an durdum. Farkına vardım ki okul servisi olarak çalışmanın sonucu ile tam durmadan kapıyı açmıyordu.

Eve biraz geç girmiş olsam da o adamın "yılın minibüsçüsü" olmasını diledim. Hem de minibüsçü olmamasına rağmen...

Cumartesi, Eylül 08, 2007

Yine otobüs - Yine telefon

Bugün otobüste bir iki kişinin cep telefonu çaldı.
"Aha," dedim "çıngar çıkacak yine."

Bekledim ama sessizlik bozulmadı. Ne şoför, ne de yolcular ses çıkarmadı.
"Vay be" dedim "gelişme olmuş demek ki."

Aradan beş dakika geçti, tam önümdeki gencin telefonu çaldı. Açtı. Başladı konuşmaya:
"Haa otobüsteyim.... tamam... geliyorum Bakırköy'e.... tamam.... oldu... ya yoldayım şimdi... otobüsteyim. Geleceğim Bakırköy'e.. Tamam.."

O sırada önünde dikilmekte olan yaşıtı "kapat telefonu" dedi. [Tanışıyorlar mı bilmiyorum ama onlu yaşlarının son günlerini yaşıyormuş gibiydiler. Taş çatladı 20 yaşındalardır.]

"Allah Allah," dedim "işte şimdi çıngar çıkaracak birisi."

Sonra ne dese beğenirsin telefonu kapatan çocuğa:
"Şimdi bu arabalar sıfır ya, fren muhabbeti falan var bunlarda. O yüzden cep telefonu yasak."

Sonra parmağı ile otobüsün muhtelif yerlerine yapıştırılmış sticker'ları gösterdi. ("Muhtelif" sözcüğü ile "sticker" kelimesi ilk defa bu cümlede bir araya geldi!)

"Bak, o yüzden her tarafta cep telefonu yasak işareti var. Fren muhabbettinden." dedi.

Beş yıldır "sıfır" kalmayı başarmış bu otobüslerimizle gurur duydum, gurur.

Çarşamba, Eylül 05, 2007

Bir Gün...


Avcılar'dan geçenlerin hali...

Resimler



Pazartesi, Eylül 03, 2007

"Seni de sokayım istersin? "

Rippin Corpse'un bloğundan pek güzel bir otobüs yazısı:

Uçak modundayım..seni de sokayım istersin?

İzmir-Antakya arası yolculukları sık sık yapmaktayım. Hepsi de otobus yolculuğudur. Yol 16 saat gibi, eşşeği bağlasan durmayacak derecede uzun olunca, insan haliyle yan koltukta oturacak olan insanın çok konuşmayacak kadar normal, karnı acıkınca ağlamayacak kadar yetişkin, uykusunda tekme savurmayacak kadar mülayim biri olmasını arzu ediyor.

Mesela benim korktuğum yolcu profili; nasihat veren amcalar, izne giden ya da izinden dönen Mehmetçik ve lohusa abilerdir.

Nasihat veren amcalar; “bizim zamanımızda …” ile başlayan herangi bi cümle kurduklarında yolculuk 1 saat uzuyor benim için. Hele ki bir de “gençlik ölmüş…” ile girilen bi konu kıtalar arası yolculuğa sürüklüyor beni. Vallahi Allah orda ona yakın ol amcacım!

İzne giden ya da izinden dönen Mehmetçik; evlerden ırak yahu. Evi de geçtim yan koltuğunda be! “Askerde mantık yok” dedikleri anda ense köklerine şaplak atmak arzusuyla kavruluyorum. Olur da bi eşeklik yapıp adamı dinlersen ve o da bunun farkına varırsa, yolculuk sonunda Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında engin bir bilgi düzeyine rahatlıkla ulaşıyorsun.

Lohusa abiler; işte en tehlikelileri bunlar aslında. Karıları çocuğu doğurarak misyonunu tamamlamış, akabinde kendileri çocuğuyla birlikte bindirilivermişlerdir otobuse. Karısı kuvvetle ihtimal arkadan gelecektir. Ve bu abiler bu yolculuğun rüya filan olduğunu düşünürler, ambele vaziyettedir beyinleri. Çocuk zırlar. Altını ıslatmıştır, karnı açtır vesaire. Gel gör ki abi “hanım olsa emzirir, bir-iki popoyu “tappuş'lar biterdi” diye düşünür sadece. İcraat yoktur. Ceremesini yolcular çeker. Ben çekerim birader, ben!

Neyse ki son yolculuğumda bu prototip(!)lerden biri yoktu. Muhabbeti sıkmayan, tadında bırakan 35 yaşlarında bi abi vardı yan koltukta. O kadar iyiydi ki, bana “okuyor musun? Aslen nerelisin?” gibi sorular sormadı. Direkt Beşiktaş, Fenerbahçe ve futboldan girdik konuya. İzmir Basmane’nin arka sokaklarında olan fuhuş hikayelerine kadar geldik.

İyi güzeldi de telefonunu kapatmıyordu otobüste. Ee gün gelmiş ben de kapatmamıştım, bi’şey diyemedim.

Bi ara çıkardı telefonu kurcalamaya başladı. Tam o sırada muavin gelip “beyefendi kapatır mısınız telefonu” diye uyardı. Sert ama kavgaya mahal vermeyecek şiddette bir ses tonuyla.

Abi cevap verdi ve akıllara ziyan diyalog başladı;

A: Uçak modunda şuan telefon sen rahat ol!

M: Olmaz! Otobüs moduna al sen onu! Kapat yani!

Ben böyle hazır cevap, kafası çatır çutur çalışan muavin görmedim yeminlen!-Muavinler bu söylediğimi yanlış anlamasın bu arada!!-

Otobüsün bu muhabbete tanık olan orta kısmı bastı kahkayı haliylen. Ben kahkaha atmaktan öte tepkiler veriyordum. Ne tür tepkiler olduğunu akrabalarıma ve yakın çevreme anlatabilirim sadece. Neyse.. bizim abinin dengesi bozuldu biraz muavinden böyle zekice bi karşılık alınca. Ama susmadı, sinirlendi hafiften;

A: Yok bu mod iyi, seni de sokayım istersin?

İşte benim yol ahbabım böyle olur dedim, gurur duydum resmen. Altta kalmamıştı. Bi ara baktım koridora yığılanlar olmuş, ben yığılacak bi yer bulamayınca pencere camını tırmaladım. Evet cümle aynen böyledir “ yok bu mod iyi, seni de sokayım istersin?”. Rus aksanı yaptı abi resmen.

İşte o andan itibaren abinin muhabbetini çekebilirdim sabaha kadar. Rüştünü ıspatladı herif, daha n’apsın. Velhasıl baya muhabbet ettik. İskenderun’da indi gitti.

Dimağımda eğlenceli bi yolculuk kaldı..

=Hüseyin=

Cumartesi, Eylül 01, 2007

Adam Köpeği Isırdı

Bugün dolmuş ışıkta durdu, ben ön koltuktayım. yan tarafta bir VW minibüsün şoförü yine yan taraftaki arabaya doğru garip mimikler yapıyordu. Arabaya baktım içinde bir fino, adam köpeği kızdırmaya çalışıyor bi yandan bundan zevk alıyor. köpeğin dikkatini çekmeyi başardı ve köpek arabanın camından sarkıp adama havlamaya başladı birkaç saniye karşılıklı havlaştılar:) adam bir yandan yanındaki arkadaşına bir şeyler söyleyip eğleniyordu. sonra adam köpeğe gel seni izmire götüreyim dedi, köpek sinirli sinirli havlamaya devam edince tamam götürmem dedi o sırada yeşil yandı herkes kendi yoluna.
30-35 saniye sürdü ama eğlenceli değişik bi gösteri oldu benim için de.
İşin gücün yok mu bre vw sürücüsü, deli mi ne:)

geçmez

Cevizlidere caddesinden iki dolmuş geçer: Karapınar-Ulus ve Karapınar-Sıhhıye
Dün Sıhhıye dolmuşundan inmek üzereyken bir kadın bindi:
"Kazım Karabekir'den geçer mi?"
"Geçmez"
"Tamam doğru binmişim"

Son cümlede tamamdan sonrasını tam anlamadım ben uydurdum, çok sevgili yolcu niye "sıhhıye dolmuşu mu" demek yerine "ulus dolmuşu değil"i üstüne üstlük daha da dolandırarak söyledi anlamadım,köşede indim...

Bir de bunun ODTÜ A1 kapısında dolmuşun peşinden koşan, şoföre "Teknokent'ten geçer mi?" diye soran, "Geçer" cevabını alınca iyi yolculuklar dercesine dolmuştan geri inen bir versiyonu vardı onu da anlamamıştım:)

Perşembe, Ağustos 23, 2007

Şehre yabancılaşmak

gecen emektar arabam bozuldu gecenın 10 bucugu kavacık cıvarlarında parkettım beylıkduzune eve gıdecegım basladım otobus olayını kavramaya.. bır kac soru ve degısık bakıstan sonra duraklara ulastım bılet yok bırazdan bır mecıdıyekoy otobusu geldı(anadolu yakasından avrupa yakasına gecıorum) bındım bıletım yok ne yapayım dedım adam fıyatı sooledı al sunu bas dıe bıse uzattı akbıl oldugunu annadım bıraz duraklamadan sonra nereye basacagımı annayıp bastım ve annadım kı ben akbıl cıkalı berı otobuse bınmemısım demekkı

ayakta 3 5 kısı var bende mantık su; alısmısım eskıden 9 dan sonra ıstanbulda otobus bulamazsın dolayısıyla 40 km oteye nası gıdecegım bu gecenın korunde

sonra oturcak yer acıldı kopruden sonra ve oturdum yolculuk guzeldı, otobus raat ve guzeldı araba kullanma derdın yok kendı dunyanda herseyden kopup gıdıosun. uc bes kısı zaten dırek kulaklıklarına dalmıs gozler bakıo ama burda deıller sessız canlı ınsanlar..

mecıdıyekoyde ındım ben nereye ne otobus olur annamaya calıstım her yerde durak var hepsınden baska seyler gecıyor derken kafama dank ettı

otoyoldan hergun bır oraya bır buraya dıreksıyon basında ve yannız gıdıp gelmek hayata olan bagımı kopartmıs, sevgımı ve entegre olabılme yetılerımı yok etmıs. uzuldum kendıme.. bırde not istanbul gece guzel oluyor be.

Çarşamba, Ağustos 22, 2007

10 yıl önceden

Iraz Katırcı göndermiş:

Olaya annem şahit oluyor. 10 yıl önce, Bostancı'dan kalkan bir dolmuş. Yol çalışmaları var bir yandan, yollarda kargaşa, sağda solda açık çukurlar var. Dolmuş devam ederken bir teyze el ediyor dolmuşa, binmek istiyor. Dolmuş hemen duramıyor, biraz ilerde durabiliyor. Teyze dolmuşun arkasından koşmaya çalışırken, açık çukurların birine düşüyor. Dolmuş geri geri gelerek çukura yanaşıyor, şöför camdan kafayı sarkıtarak, çukura düşen kadıncağıza eğilip, "Abla gelicen mi hadi bekliyorum!' diye bağırıyor. Kadın gülsün mü, ağlasın mı bilemiyor. Istanbul, sen nelere kadirsin!

Düt düüüt

ASTRAL SEYAHAT'in sevgili yolcuları,

Nerelerdesiniz. Mola bitti. Otobüs kalkıyor.
Metronun ilk durağı burası.
Tramvay hareket etmek üzere.

Notlarınızı kaybetmediniz umarım.

Şoförünüz konuştu.

İyi yolculuklar dileriz.

P.S. Çektiğiniz otobüs, minibüs, tramvay, metro fotolarını bizimle paylaşabilirsiniz.

Salı, Temmuz 31, 2007

Hüseyin Abi'nin Başına Gelen

Geçenlerde Hüseyin Abi anlattı ama pek inanamadım. İnanmamak için bir nedenim yoktu ama yine de Hüseyin Abi gibi sinirli bir adamın nasıl oluyor da olayları sakince karşılamasını anlamlandıramadım. O da bunun farkına vardı ki, kendisinin de çözemediği bir sakinliğin var olduğundan dem vurdu.


Olay kısaca şöyle gelişiyor:

Hüseyin Abi, Bakırköy İETT duraklarından Taksim'e gitmek için sıra başındaki kişilere, kaçta gelecekmiş gibi sorular sorarken, sıranın önlerinde olan yaşlı bir amca, "sıraya geç" diyerek sert çıkışıyor. Böyle bir durum karşısında -neden bilmem- Hüseyin Abi ses çıkarmadan "tamam" diyerek sıraya geçiyor. Normalde olsa en azından o da sert bir şeklide "tamam" diyerek sıraya geçerdi diye düşünüyorum.


Gelen otobüs ise Halk Otobüsü imiş. Bizim sert amcamız da bütün para verdiğinden para üstünü hemen kapının orada bekliyormuş. Zaten kalabalık da olmadığından -hangi saatte imiş acaba- otobüs kısa süre içinde hareket etmiş.

Hüseyin Abi bir yere oturmuş ancak sert amcamız onun yanına gelerek "kalk orada ben oturacağım" deyince hemen arkasındaki yere tekrardan oturmuş. Amca bir süre sonra bir sağ tarafından arkasına, bir sol tarafından arkasına bakıyormuş, ofluyormuş, pufluyormuş...

Sert ve huysuz amcamız bir süre sonra, bu sefer de arkasına bakarak dönmüş ve "Kalk! Ben şimdi oraya oturacağım" demiş.

O an -cidden anlamadım- nasıl başardı ise bizim Hüseyin Abi, sakince davranarak, yine ilk oturduğu yere dönmüş; arkasında da sert, huysuz ve galiba çılgın amca...

Yolculuk devam ediyorken, arkadan bir el, Hüseyin Abi'yi dürtmüş ve "Be çocuk, canım kavga etmek istiyorken, ağız tadı ile bir kavga ettirmedin" demiş.

Bunu dinlediğim an aklıma bu amcanın teyzesi geldi ama odayı fazla neşeye boğmamak için sustum.

Perşembe, Temmuz 26, 2007

Bir ziyaretciden* Teyze Hikayesi.

Blogumuzu ziyaret edip, kesinlikle bu da burda olmalı diyen Metin Araman bize aşağıdaki hikayeyi göndermiş. Sağolsun...

Bu teyzeler bir alem :)

Yıl 2001 İETT otobüsündeyiz. Beyazıd'dan bindik, Şirinevler istikametine gidiyoruz. İETT'lerde inmek için düğmeye basıyorsunuz, şoförün ikaz lambası yanıyor malum. Yaşlı bi teyze Şehremini'nde ayağa kalktı, kapıya doğru yürüdü, Çapa'da inecek. Otobüs inecek yok diye, devam etti. Geçen diyalog;

Teyze- Heeey, inecektim ben, niye kapıyı açmıyorsunuz şöför bey evladım.
Şoför- İyi de teyzecim, düğmeye basan olmadı ki
Teyze- Ya illa düğmeye mi basmak lazım inmek için... ???

Salı, Temmuz 24, 2007

1 YTL vs 2 EURO

Kızılay-Çiğdem dolmuşu.

Şoför: Yolculardan biri 1 lira yerine 2 oyro vermiş
Kadın: Aaa benim ben!
2 euro geri gelir yerine 1 ytl gönderilir.
Kadın yanında oturan arkadaşına dönüp : Ben bunu hep yapıyorum yaa. İngiltere'den çantada kalmış karıştırıyorum hep. Onlarda 1 lirayla 2 yuroyu aynı boyutta yapmasalarmış canım!!

Cuma, Haziran 29, 2007

Geldik mi?

Çiğdem Mahallesi-Kızılay Dolmuşu, Kızılay son durak.
4-5 yaşındaki çocuk ve anne arasındaki dialog:

"-Anne geldik mi?
-Geldik kızım
-Nereye geldik?"

Çocuk olmanın dayanılmaz hafifliğine imreniyorum:)

Cuma, Haziran 22, 2007

Cunda Yolu

Geçenlerde işyerinden 3 gün için izin aldım. Hafta sonu ile birleştirip 5 günlük küçük bir tatil yapmak niyetim. Bu tatil kararı, bir projemizin teslim tarihinin biraz ertelenmesi üzerine apar topar alınmış bir karar. Önceden planlama olmadı için hiç kimseye tatilden iki gün önce hadi benimle gel diyemiyorum, zaten kimseyle de organizasyon telaşına girecek halim yok. Gideceğim yere karar verip, bilet alıp, otel ayarlayıp, alıp çantamı gideceğim. İki arada bir derede, gitmeden işlerimi toparlayım falan derken, zaten tek başına bile gidecek yer belirlemek sorun, bir de bunun içine başkalarını katmanın alemi yok. Ama eşe dosta soruyorum, nereyi tavsiye edersiniz diye. Hoş benim belli bir tatil adresim var ama orası 5 günlük bir tatil için uzak biraz. Yaz sonunda gitmeyi planladığım uzun tatilde gideceğim oraya. Gidilecek yerler için kriterler; yakın olsun, denizi soğuk ve girilebilir olsun, ucuz olsun ve tenha olsun.

Sonunda bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine Cunda adasına gitmeye karar verdim. Hemen otobüs bileti aldım, bir otelden yer ayırttım ve akşam yola çıkıyorum. Varıyorum ama nasıl?

Cunda yakın değildi. Harita üzerindeki mesafeye aldanmamak gerekiyormuş. Yol tam 11 saat sürdü. Ben Cunda Cunda diyorum, bir Allah’ın kulu da çıkıp ha şu Ayvalık Cunda mı, Ayvalık otobüsle en az 10 saat sürer demiyor.

Cunda’nın denizi girilebilir değildi. 5 günlük tatilimin ilk iki günü yağmur yağdı, sonraki iki günde aşırı derecede rüzgar vardı. Deniz aşırı dalgalı ve dalgalar denizin altında ne buldularsa üstüne çıkartmıştı. Son gün kısmen sakindi deniz ama bu seferde Marmara’ya bu kadar yakınken olmaması gerektiği kadar sıcaktı su.

Cunda ucuz değildi. Bu konuya girmeyi hiç ama hiç istemiyorum. Yapılacak ekstra hiç bir faaliyet olmayan bir yerde 5 günde o kadar para harcayabilmek gerçekten mümkün olmasa gerek. Ama harcadım işte.

Cunda tenhaydı. Hatta inler, cinler ve benden başka kimsenin olmadığı saatler yaşadım el kadar Cunda’nın sokaklarında dolanırken. Sadece bana tahsis edilmiş küçük bir kasaba, deniz ve sınırsız bir gökyüzü vardı.

Cunda’ya, önce Ayvalık’a kadar gidip, Ayvalık’tan da belediye otobüsüne binip, adayı karaya bağlayan köprüden geçerek ulaşıyorsunuz. Ayvalık – Cunda arası motor seferleri de var ama sezon açılmadığı için herkes otobüsü kullanıyor.

Ben sabah 8 sularında Ayvalıktayım. Belediye otobüsüne biniyorum. Bir sürü kadın. Sabahın o saatinde ne işleri olacağını tahmin edemediğim bir sürü kadın. Hani plaj çantaları falan olsa diyeceğim manyaklar kargalardan önce kalkıp, denize gidiyorlar. O da yok.

Bu arada Cunda el kadar dedim ya, evet merkezi, asıl eski tarihi evlerin oldu Cunda el kadar ama etrafı tam anlamıyla yazlık çöplüğü. Dağ taş panjurları sıkı sıkıya kapatılmış, üstüne bütün camlarında – üst katlar dahil -, klimaların binanın dışında kalmış taraflarında bile demirler olan yazlıklarla dolu. Kadınlar adayı karaya bağlayan köprüyü geçtikten ve yazlıklar bölgesine girdikten sonra üçer beşer inmeye başladılar otobüsten. Hala anlamsız bu hareketler. Yazlıklarda kimseler yok, ayrıca bu kadar çok kadının adada bu kadar çok arkadaşı olması ve hepsinin sabah kahvesine gidiyor olması da tuhaf. Bir de otobüsteki bütün kadınlar birbirini tanıyor. Hepsi sohbette.

Bu kadınlar neyin nesi?

Bütün gece bir damla uyku ya uyumuş ya uyumamışken, sabahın köründe sıkış tıkış bir otobüsün içinde, bir yandan kendimi bir yandan valizimi deli şoförün manevralarıyla savrulmaktan korumaya çalışırken, işte bu kadınların sırrını çözmeye çalışıyorum.

İneceğim yere gelip kadınların bir kısmıyla birden otobüsü terk edince dank ediyor kafam. Kadınlar için yaptığım yakıştırmalar yüzünden kendimden utanıyorum. Plaj sefalarıymış, sabah kahveleriymiş...

Meğer insanlar ekmek parası derdindeymiş.

Perşembe, Haziran 21, 2007

Bu bir şikayet anonsudur.

Bu bir otobüs yazısı değil malesef. Size THY yi şikayet etmek için yazıyorum.

Antalyadan İstanbula kalkacak uçağımız önce 1 saat, sonra 1 saat 45 dakika ve sonra da 3 saat ve aslında 3.5 saat rötarlı kalktı. Sebebi Antalyaya gelecek uçağın İstanbulda arıza yapmış olmasıymış... yedek uçakta devreye girene kadar 3.5 saat geçmiş. Sanırsın 17 saat Amerikaya uçucaz da uçak 3 saat rötar yapıyo. Zaten 55 dakika olan Antalya - İstanbul arasında uçak gider - gelir tekrar giderdi. Bizden çaldığı 3 saatten fazla zaman için THY nin konusundaki duyarsız ve sorumsuz davranışı da beni daha da yıktı. Bizden sonraki uçağı bile kalktı ama geciken uçak için o kadar insanı bekletmeyi tercih ettiler. Ertesi gün tabi ben aynı sinirle bir şikayet mektubu yazdım THY ye. Ama o mektubumda cevapsız kaldı. Şu anki tekelleri yavaş yavaş kaybolmaya başlarken keşke müşteri memnuniyetini yine göz önünde bulundursalar...
Çok üzdüler beni çok sayın otobüs ahalisi, bir daha beni yalnız bırakmayın :)

Pazar, Haziran 17, 2007

Paşa'ya dördüncü

Bir kaç ay önce Ankara'da Esat caddesi üzerinde bir çok apartmanın altında kuş sevenler derneği, kedi sevenler derneği gibi garip dernek tabelaları ortaya çıkmıştı birden.Bu derneklerin camları kapalıydı ve dernek isimleri de kocaman harflerle yazılıp yanına da o apartmanın numarası yine aynı büyüklükte fontlarla yazılıyordu, bunlar hala duruyor galiba. Daha sonra öğrendim ki bu yerler kumar amaçlı açılan dernekler ve büyük fontlar da bir anlamda şifre olarak kullanılıyor. O zaman bayağı düşünmüştüm bu işler nasıl bu kadar açık oluyor diye.

Bir gün Kızılay'da Zafer Dersanesi'nin yanındaki sokaktan içeri girerken (sokağın adını bilmiyorum)kirli sakallı pek de tekin görünmeyen bir adamın "Paşa'ya dördüncü, Paşa'ya dördüncü" diye bağırdığını gördüm, tabi o sırada da yukarda bahsettiğim olay yeni olduğu için hemen senaryoyu kurdum kafamda "Bu adam bir yerde kumar oynatıyor, Paşa bunu oynayanlar için bir şifre ve gidip ben dördüncü olmak istiyorum dersen bu tekin olmayan adam seni alıp kumar oynanan yere götürüyor" Senaryo buydu ve oldukça gerçekti bana göre, bir kaç arkadaşıma da yeni bir şey keşfetmenin heyecanıyla anlattım bunu... Herşey çok güzeldi, taa ki kuzenime anlatıncaya kadar..

Kuzenime bunu anlatınca öğrendim ki o adamın "Paşa'ya dördüncü" diye bağırdığı yer 297 numaralı Abidinpaşa-Batıkent otobüs durağının önüymüş ve taksici olan bu abimiz otobüs beklemek ya da otobüste sıkışmak istemeyen vatandaşları taksi dolmuş için çağırıyormuş. Tabi oradaki herkes de "Paşa'ya dördüncü" nün Abidinpaşa semtine gitmek isteyen dördüncü kişi olduğunun farkındaymış bir ben hariç:) O şokla kuzene 3-4 kere sordum gerçekten böyle mi diye, gerçekten öyleymiş, benim rezilliğimi siz düşünün artık:)
Senaryo üretmeden önce iki kere düşünmek gerekiyormuş demek ki,bu da böyle bir anımdır:)

Perşembe, Haziran 14, 2007

Bir örnek

Üniversiteden çok sevdiğim bir arkadaşımla, üniversite sonrası da ilişkimizi kopartmadık ve evlerimizin de birbirine yakın olmasını fırsat bilerek sık sık görüştük. Kendisi bir ara Fransızca öğrenmeyi kafaya koydu ve beni de her türlü ikna yöntemi, tehdit, teşvik, hile ve hurda ile kursa yazılmaya razı etti.

Her cumartesi Pazar, sabahın köründe kalkıp Fransızca kursuna gittik. Evlerimizin arası iki durak. Durağa çıkacağımız saat belli ama otobüsü bol bir hat üzerinde oturuyoruz, aynı otobüse binmeyi garantilememiz lazım, e yolda beraber olmayacaksak o kadar gidiş gelişin ne anlamı kalır hem di mi? Bizde telefon çaldırma yöntemini seçtik. Arkadaşım bizden iki durak yukarda oturuyordu ve o otobüse bindiğinde benim telefonumu çaldırıyordu. Ben de telefonum çaldıktan sonra ilk gelen otobüse atlayıveriyordum. Genelde zaten arkadaşım otobüse binince durağı görebilecek şekilde cama yaklaşıp, bana kendisini camdan gösterirdi ama telefonumun çalması ve arkadaşımın otobüse bindiğini bilmek bekleme esnasında beni rahatlatırdı.

O da dönem bütün hafta sonlarımı bu arkadaşımla geçirirken, bir hafta sonu - neden hatırlamıyorum – ikimizde kursa gitmedik ve hiç görüşmedik. Ben biraz alışveriş yaptım ve gidip kendime biri mosmor öbürü en ala Alanya portakalında daha turuncu iki tane keten pantolon aldım. Arkadaşımla telefonda ilk konuşmamızda da ballandıra ballandıra cicilerimi anlattım, ama bizim hatundan çık çıkmıyor. Ne dedi beğenirsiniz?

“Ben de” .

Meğer arkadaşımda aynı hafta sonu kendisine biri mosmor öbürü en ala Alanya portakalından daha turuncu iki tane keten pantolon almış. Sanırsınız mor ve turuncu pantolon, açık mavi kot kadar genel ve sık kullanılan bir kıyafet. Baya gülüştük biz tabi. Gülüşümüz hem mor ve turunculara, hem de birbirimizden habersiz aynısını aldığımız kıyafetlere bir de bunların eklenmesineydi.

Evet birbirimizden habersiz aynısını aldığımız daha bir sürü kıyafetlerimiz vardı ama onlarla pişti olmak o kadar da dert değildi. Kot mont, beyaz t-shirt, siyah çanta gibi şeylerdi onlar. Ama bu mor ve turuncu pantolonlarla pişti olsak fazla göze batardık, biz de her buluşma arifesinde birbirimizi arayıp ne giyindiğimizi karşılıklı beyan etmeye başladık.

Arkadaşım: Şekerim yarın ne giyiniyorsun?
Ben: Turuncu pantolon?
A: Ok. Ben, siyah eteklerimizden giyineceğimde, sana bir sorayım dedim.
B: Tamam canım iyi etmişsin. Ben turuncu pantolonlarımızdan giyineceğim, sen siyah eteklerimizden rahat rahat giyin.

Bu arada bizim hiç aynı gün aynı kıyafeti giyinmeye heves ettiğimiz olmadı. İlla teyit ediyorduk ama aslında hiç denk gelmiyorduk.

Aradan baya bir zaman geçti ve arkadaşımın iş için iki seneliğine yurt dışına gitmesi gerekti. Kendi kendisine Fransızca’ya heveslendiğini gören şirketi, onu eğitim için iki seneliğine Fransa’ya göndermeye karar verdi.

Gidiş öncesi son buluşma...

Kalabalık bir grup olarak buluşacağız. Bir sürü telefon trafiği; gidilecek yeri ayarla, buluşma saatini ayarla, gelecek olan herkesten teyit al, gelecek olan herkes farklı bir yer ve saat söylesin bütün organizasyona yeniden başla falan derken biz kıyafet teyit etme olayını atladık. Aslında hiç biri zaman aynı şeye heves etmediğimizi göz önüne alarak ben biraz salladım ve aramadım. Arkadaşımda aynı hislerle beni aramamış ve ikimizde kafamıza göre giyinip çıkmışız evden.

Üzerimde turuncu keten pantolon, beyaz üzerine turuncu çiçekleri olan yakası büzgülü bluz, ayağımda Bodrum tipi sandaletlerim durakta bekliyorum. Telefonum çalıyor, ilk gelen otobüse bineceğim.

Otobüs geliyor, arkadaşım cama yanaşmış. Beni görünce gözleri yuvalarından fırlayacak kadar açılmış ağzında koca bir sırıtış. Duraktan kaş göz yapıyorum, ne var n’oldu diye. O hala gülüyor. Üstünde eflatun bir bluz var; korsajdan (erkekler için ek bilgi: göğüsün hemen altından yani) büzgülü bu bluzu biliyorum. Altını göremiyorum. Otobüse biniyorum ve aman Allah’ım o da ne: Tupturuncu pantolon.

Ankara’yı bilenler için tarif edeyim; Eski Dost’un önünde gerçekleşti buluşma saat 5 gibi. Otobüsten indikten sonra oraya kadar yürüdük. Oradan da Sakarya’ya gidilecek. Eski Dost’tan da Sakarya’ya kadar yürüdük. Akşam 9 gibi de Bestekar’a çıktık, yürüyerek. Siz düşünün o gün bir örnek pantolonlarımızın kaç kişiye gösterdik.

Çarşamba, Haziran 13, 2007

Otobüsten Küçükçekmece Gölü

Geçenlerde otobüste uyumuşum :) Uyandığımda da bu müthiş manzara ile karşılaştım. Hemen fotoğrafladım.

Fotoğraf pek iyi değil ama o gün gözlerim harika bir manzara seyretti.

Fenerbahçem Benim Biricik Sevgilim.....

Futbolla uzaktan yakından ilgili olmayan bir insan olduğum için bu hikayenin ne tarihini ne de skorun ne olduğunu hatırlıyorum. Onun için baştan söyleyeyim sonra sormayın.

Benim bir deli kız kardeşim var. Kendisi futbol delisi ve fanatik Fenerbahçeli. Bir de kuzenimiz var. O, olayı daha da aşmış, anne baba demeden Fener demiş bir çocuk. Evet evet gerçekten ilk söylediği söz fenerdi ve babası Ankara Gücü taraftarı ve etrafında onu etkileyecek başka bir futbol sevdalısı yokken Fener dedi ilk kelime olarak. Doğuştan Fenerli diye biz ona diyoruz işte.

Sevgili kız kardeşim – başta da söylediğim gibi sene bilmem kaç – bir gün bana, abla hadi hafta sonu İstanbul’a gidelim dedi. Hem gezeriz, hem de teyzemi görmüş oluruz. Olur vallahi, niçin olmasın. Hatta süper olur dedim kendisine. Biz gitme kararı almış ama henüz aksiyon almamışken, doğuştan Fenerli kuzenimgil akşam bize oturmaya geldi. Laf lafı açtı, biz hafta sonu İstanbul’a gidiyoruz dedik. Doğuştan Fenerli “neyle gideceksiniz?” dedi, biz “bilmiyoruz” dedik. “Hafta sonundaki Fener-Galatasaray maçına araba kaldırıyorum. Ben size de yer ayarlarım, bilet falan almayın” dedi. “Olur” dedik biz de. Meğersem ben oyuna gelmişim, sevgili kız kardeşimin tek derdi zaten maça gitmekmiş. Futbol literatürü ile konuşmak gerekir ise ben golü yemişim. Neyse elden geleceğine kardeşimden gelsin gol, işin o tarafında değilim zaten.

Ama ama siz hiç bir otobüs dolusu futbol fanatiği ile yolculuk yaptınız mı sorarım size. Hem de, sözde de olsa bir Galatasaraylı olarak, ateşli Fenerbahçe taraftarlarıyla birlikte.

Benim bildiğim Ankara-İstanbul arası, otobüsle 6 hadi bilemedin 7 saat sürer. Biz tam 10 saatte vardık İstanbul’a. Arkadaşlar yola çıkmadan içmeye başlamışlardı ve bütün yol boyunca da içtiler. Tabi o kadar bira tüketimi sonucu, doğanın çağrısına karşı koyamıyor insan.

Biz 3 otobüslük bir konvoyuz. Biri durdu mu hepsi durmak zorunda. Otobüslerden birisi bir benzinliğe giriyor, diğerleri de peşinden. Durmuşken, sadece tuvalete gitme ihtiyacı duyanlar değil, herkes iniyor otobüslerden ve daha ziyade Galatasaray’a küfür şeklinde bir tezaruat başlıyor. Otobüs liderleri, zorla milleti tekrar otobüslerine bindiriyor. Kimse yerine oturmuyor. Her seferinde aşağıda yolcu kalmadığından emin olmak için sayım yapılıyor. Duraklama esnasında gazı almış olan arkadaşlar tezaruata devam ediyorlar tabi. Neyse yola devam, aslında küfürün biri bin para ama iki tane bayan var otobüste diye otobüs liderimiz yolcuları biraz sakinleştiriyor. Sakin sakin yolumuza devam ediyoruz. Ama bu sadece yarım saat sürüyor. Sonra gene birilerinin tuvalete gitmesi gerekiyor biz bu sefer benzinci bile bulamadan yol kenarında duruveriyoruz. 10 saat yolculuk böyle yarım saatte bir dur kalklarla tamamlanıyor. İstanbul’a indiğimizde bitik vaziyetteydim ama küfür lügatıma o güne kadar duymadığım, akla hayale gelmez kelimeler, söz öbekleri eklenmişti.

Yol boyunca bütün o duraklamalar, bağırmalar cümbüş bir yana beni asıl dumura uğratan, yolcuların sakinleştiği bir anda arkamızda oturan dörtlü grubun kendi aralarında yaptıkları bilgi yarışması oldu.

  • 1967 senesinde, Karşıyaka maçında golleri kim, kaçıncı dakikada attı?
  • 1983’de bilmem hangi futbolcu ne kadar transfer parası aldı?
  • Bilmem hangi başkan kaç oyla seçildi?
  • X futbolcunun kaç çocuğu var? Adları, yaşları?

Ve benzeri bir sürü istatistiğin sorulduğu sorular. Ha bu sonuncu size çok mu abartılı geldi? Gelmesin – inanın ben bunu istesem uyduramam- çünkü bu soru gerçekten soruldu ve cevabı da doğru verildi. Ben tabi futbolcunun adını bile hatırlamıyorum ama o esnada uyuyor numarası yapan ben ve kardeşim soruda biraz irkilip, cevabın doğruluğunun onaylanmasıyla beraber gözlerimiz fal taşı gibi açılmış, inanamamıştık.

Her zaman aynı amaçlarla, birbirini tanıyan insanlarla yola çıkmanın çok zevkli olacağını düşünmüşümdür. Düğüne, konsere, maça gitmek için toplaşmış, otobüs tutmuş insanlar. Gerçekten zevkli de geçer bu yolculuklar. Ama bu anlattığım yolculuktan sonra bir şeyi çok iyi anladım ki, AMAÇ gerçekten önemliymiş.

Futbol sevdalısı değilseniz, hele ki o takımın taraftarı değilseniz asla ama asla o otobüsle yola çıkmayın.

Salı, Haziran 12, 2007

Bakakalırım Giden Metronun Ardından

Kardeşimin buraya yazdığı romantik bir metro yazısı :)

Koşa koşa gelmiştim sana, evet geç kalmıştım. Bu yüzdendi belki de koşmam. Görmüştüm seni, bekliyordun orada. Seni görünce daha da hızlandım, tam yanına geldim. Ama sen kapıyı yüzüme kapattın ve gittin. Bakakaldım ardından. Serde erkeklik vardı, ağlayamazdım. Yağmur yağıyordu Ankara'da ve hoca yoklama alıyordu.

Cumartesi, Haziran 09, 2007

Otobüste

Bir önceki post'taki YouTube videosu çalışmaz ise Dailymotion videosu hizmetinizde.


Otobuste
Video sent by NedDorsey


Bu program, Sky Türk'te 14 Nisan 2007 tarihinde yayınlanmıştır. Kardeş blog ilk5.net'in başrolde olduğu programda Otobüste blogu da geçiyor. TV'de yayınlandığı gün kaçıran arkadaşlar [yani neredeyse çoğumuz] için. :))

Videoları göremeyenler için, direkt linkleri burada ve burada.

Cuma, Haziran 08, 2007

Otobüste



Bu program, Sky Türk'te 14 Nisan 2007 tarihinde yayınlanmıştır. Kardeş blog ilk5.net'in başrolde olduğu programda Otobüste blogu da geçiyor. TV'de yayınlandığı gün kaçıran arkadaşlar (yani neredeyse hepimiz) için. :))

Çarşamba, Haziran 06, 2007

"Kapat Diyorum Sana"

"Kapat diyorum sana" diye bağırdı. Demek ki birkaç kez denemesine rağmen sesini duyuramamıştı.

Pek şirin olduğunu söyleyemeyeceğim bu teyzemiz, kendinden en azından yirmi yaş kadar büyük olan dedemize, öyle bir bağırdı ki ben bile korktum doğrusu. Ancak bu dede sağır mıdır nedir bilmem veya da kadın bağırmasına karşı duyarlılık sahibi mı ne, hiç oralı olmadan cep telefonu ile konuşmaya devam ediyor.

Derim ki: Dede yanlış yapıyorsun. Bak bu teyzeyi tanımıyorsun. Bir güvendiği, bir bildiği var ki bağırıp duruyor. Kapat şu telefonu da sakin sakin yolumuza gidelim. Yoksa hiçbir erkek seninle bu teyze arasına girmeye cesaret edemez. Otobüste olan kadınlar da kocalarını düşünüp "Oh oh! İyi benzetiyor" derler. Gençler ise seni zaten sevmiyorlar. Geçenlerde otobüste sevgilisini öptü diye sen de yüksek sesle "Burada aile var" diye bağırmamış mı idin. Hadi çocuk arsız idi. Kızın ne suçu vardı da yüzünün kızarmasına sebep oldun.

"Hadi kapat"

Not: Olaylar gerçek ama iki farklı "dede" birleştirildi ve sözlerim sadece içses olarak kaldı.

Salı, Haziran 05, 2007

funny killer :D

füniküler.. füniküler... :) ama başlıktaki isim daha çok hoşuma gitti..

geçen pazar ilk defa bindim de.. eksik kalmıştım bunca zaman..

istanbul modern'de kahvaltı yaptık sabah; bir arkadaşımızın doğumgünü vesilesiyle..
"bu modern hayat insanın elinde avucunda ne varsa alır ve tatmin de yaratmaz" diyeyim de siz anlayın menü fiyatlarını ve tokluk oranlarını :)

taksime dönerken fünikülere binelim dediler.. dedim binelim.. ne menem bişiidir ki o.. ben çok uzak kaldım toplu taşıma araçlarından; işe servisle gitmek uzaklaştırdı beni genel olarak sanırım...

6 kişiydik, ortada durduk; ayakta gidiyoruz.. nedir o tutunulan yerlerin adı?.. tutungaç mı? hehe :D onun etrafında durunca çember gibi, insanda "tek elimizde de kurdele olsa da; etrafında dönsek bunun aynı anda" gibi bir fikir uyanıyor (ya da ben de uyandı sadece)
gerçi kimse kıpırdamadı; biri hadi dese ben hazırdım da neyse..

bundan sonra binince dikkat edin bi; durun ortada tutunun o tutungaçlara :) bi hayal edin kurdeleli dönüşünüzü..

hatta keşke bütün dünya buna inansa; hayat bayram olsaaa...


not: haa bi de ben uyurken, bissürü yeni yolcu binmiş otobüse; hoşbinmiş :D

Cumartesi, Haziran 02, 2007

Lütfen arkaya doğru sağlı sollu ilerleyelim

Blogda sağ tarafta yolcular kısmındaki isimler sürekli değişiyor, bir ileri iki geri üç ileri bir geri şeklinde çeşitli kombinasyonlar oluşturuyor. Biraz önce aklıma geldi yazayım dedim bir yere ilk kez gideceksin adres tarifi 317ye bin postaneyi geçince ilk durakta in. 317ye binersin arkadan yolcular hücum etmektedir. muavine söylersin "postaneden sonra ineceğim hatırlatır mısınız" diye o da "tamam" der ama yolcular öyle gelir ki sen mecbur arkalara gidersin. Otobüs bir süre gittikten sonra içine bir şüphe düşer "acaba geçtik mi" diye. sonra o kalabalıkta geri gidip muavine ulaşmaya çalışırsın. zor güç ulaşırsın ama birçok yolcu da cık cık demiş sen nefes nefese kalmışsındır.Üstüne bir de muavinin umursamaz "Abi ben seni unuttum ya şimdi sen in aşağı doğru 1 km yürü, Salim abi orta kapıyı açsana" sözünü duyarsan daha beter... Kötü bir süreçtir ilk defa bir yere gitmek yani:)
Öyle işte...

Salı, Mayıs 29, 2007

duruma göre değişen düşünceler...

bundan 16 ay önce bir yerlere düştüğüm not aklıma geldi, onu bulup buraya koymak yerinde olur dedim:)

otobüsler...
henüz arabam olmadığı için mecburi taşınma aracı...
ve duruma göre değişen düşünceler...
-tıkabasa bir otobüsün dışındaysan ve gideceğin yere bir an önce varmak istiyorsan girebilmek için elinden geleni yaparsın.. içindeysen daha ne kadar sıkışayım diye yolculara ve yolcu almaya çalışan şoföre söversin...
-durakta bekliyorsa ve içindeysen bir an önce gitmesi için bekler yolcu bekleyen şoföre söversin.. arada 50 metre varsa biraz daha beklemesi için dua edersin...
-çok yorgunsan ve ayaktaysan bir an önce oturan birini kalkmasını bekler,fırsat kollarsın ama yaşı itibariyle yorulması doğal bir yaşlı bindiğinde yer versemmi vermesemmi diye düşünürsün yorgun olmasan bile..
-acelen varsa ve otobüs yavaş giderse şoförün daha hızlı gitmesi için kendi kendine söylenirsin yeni yanan kırmızıda geçmesi için dua edersin belki de,acelen yoksa hızlı giden şoföre söver ben canımı pazarda bulmadım dersin...
-yanında biri veya birileri varsa tanıdık ve hararetli bir şekilde konuşuyorsanız çevredekilere aldırmadan bağırır konuşur gülersin belki yol biraz daha uzun sürsün bile dersin,ama yalnızsan ve başka bir gruptan bööye bir ses gelirse ne kadar görgüsüzler deyiverirsin...
-birdenbire müzik duyarsan birinin walkmaninden gelen ve şarkıyı seviyorsan o müziği duymak için zorlarsın kendini ama sevmiyorsan o kişiye kızarsın kendi kendine ne kadar görgüsüz dersin...

falan filan enteresan