Çarşamba, Kasım 29, 2006

Uganda'dan post alasım geldi

Bugün "Sisteki goriller, Pigmelerle Dans ve AIDS'li yetimler" isimli bir blogla karşılaştım. Uganda'da yaşayan Meltem Yaşar'ın günlüğü.
Orada gördüğüm iki post'u buraya koyasım geldi.

1ncisi "Öldüren diyaloglar 6 - Uzaydan taksici gelmiş hanım!"
2ncisi "Öldüren diyaloglar 2 - Dolmuş (Matatu) macerası"

Başlık formatları bizim otobüs-minibüs hikayelerimizle tuttuğu gibi, hikayeler de tutuyor. Meltem'i de otobüste bloguna davet mi etsek? :)

Perşembe, Kasım 23, 2006

Musait bir yerde inebilir miyim İstanbul?

Doğduğum köyü merkez kabul edip, 200km çapında bir çember çizmişim kendime. Gezintim bu çemberin dışına çıkmamış daha üniversite sınav sonucu elime gelene kadar. Sınav sonucu ise "O çember genişleyecek yavrucuğum" deyiverince düşmüşüm İstanbul yollarına.

İlk günlerimde yüksek binaların tepelerine bakmaktan boynumun tutulması ve açık ağzımdan damlayan suların ayakkabımda leke yapmış olması gibi dertlerle cebelleştim. Pek tabii, böyle şeylere alışık değilim köyümden.

Otobüsler ise benim için yeni bir zeka sorusu gibi gelmişti. Semt isimleri, numaralar, biletliler, paralılar... Hangisine binilir, bindiğimde nereye gider bu? Nerede durur? Ben nerede inmeliyim? Aman tanrım bu ne belirsizlik? Ki o zamanlar quantum fiziğinin "kuu"sunu duymamışım.

Durakların yanındaki "Gel abi, bilet var abi, gel abi" diyen küçük doğulu çocuktan -sonradan öğrendiğim- normal fiyatının iki katına bilet alıp, kazığı yeyip, daha ayılamamışken, ayakkabımın burnunu çiğneyip geçen otobüsün, elimdeki, çizgili defterden simetri kuralları hiçe sayılarak yırtılmış kağıdın üzerindeki numara ile uyuştuğunu görüp, elimde biletle girmeye çalışıp, kapının hemen yanındaki yolcudan (yine sonradan öğreniyorum o yolcu değilmiş, muavinmiş) "Çekil git kardeşim salak mısın!" diyerek itildiğimde eşekten düşmüş gibi oldum. Bir elimdeki yırtık çizgili kağıda, bir bilete bir de aynı çığırtkanlıkla bilet satmakta olan doğulu çocuğa baktım kaldım.

Doğru numara olmasına rağmen neden beni otobüse almadıklarını anlayamamış olmamı kafama takmayarak ve yılmayarak doğru numara yazan otobüslere saldırmaya devam ettim. Sonuncusuna koşarak yetişip, orta kapıdan girmeyi başardım.

Soluk soluğa alnımdaki teri silmek üzereyken şöförün "Hey arkadaşım! Orta kapıdan giren!" diye bağırdığını duydum ama herhangi bir tepki vermedim. Orta kapıdan binen sadece ben olamazdım ya. 360 derece dönerek, 2 milimetre yakınımdakilere baktım, kimse istifini bozmuyor. Şöför yine bağırıyor; "Kardeşim bilet! Heey sana diyorum!". Bileti duyunca ayıldım. Aldığım bileti vermemiştim. İnsan selini yararak şöföre doğru ilerledim.

Bileti, Formula 1 pilotu gibi manevralarla ilerlemekte olduğunu gördüğüm şöföre uzattım. Elim bir süre havada kaldı. Normal olduğunu düşündüm. Çünkü aralıksız zor manevralarla ilerliyordu. Yolun sakinleşmesini bekledim. Bu arada savrulmamak ya da ön camdan fırlamamak için tavan ile yer arasını bağlayan otobüsün formunu korumak için koyulduğunu düşündüğüm direğe dengemi sağlama amacıyla tutundum.

Bir dizi manevranın arasında, son hızla devam ederken şöför başını kaldırarak ters bir şekilde bana baktı. Bu beklemediğim bakış beni sersemleştirmişdi. Göğüs hizasında havada, elimde duran bileti şöförün göz hizasına getirdim. Sanki göz kapaklarıyla bileti elimden alabilecekmiş gibi. Dediğim gibi, sersemleşmiştim işte. Şöför iyice sinirlendi "Kardeşim oyun oynama benimle! At şu biletini!" diyerek ön camın orada duran turuncu kutuyu gösterdi. O an biletin kutuya atılması gerektiğini anladım.

Tam biletimi atmış arkalara doğru ilerlemek üzereyken ineceğim yere geldiğimi nasıl anlayacağımı düşünmeye başladım. Gerçekten nasıl anlayacaktım ki? Daha önce hiç orada bulunmamıştım. Ne bir referans noktam vardı ne de bir haritam. Bu nedenle şöförün hemen dibinde durmaya karar verdim. Öylesine çıkmış bir karardı. Bir anlamı yoktu. Belki de beynim durunca fiziksel olarak da durmak zorunda kalmıştım. Bilemiyorum.

Şöförün açık camından gelen temiz hava ile beynim toparlanmış olacak ki, şöförün yanında durmamın hayırlı olabileceğini farkettim. Ona sorabilirdim. Hatta o benim ineceğim durağı bile söyleyebilirdi. Neden söylemesindi ki? Evet, demin bana kızmıştı ama yine de söylemesini, bana yardım etmesini ummaktan başka şansım yoktu. Yoksa otobüs durana kadar gider, "Son durak arkadaşım insene!"yi işitirdim.

Neyse ki şöförü bana yardım etmesi konusunda ikna edebilmiştim. Artık rahattım. Şöför bana ineceğim durağı söyleyecekti. Ben de zaten hemen yanındaydım. Hatta eğilip, başımı onun başı ile aynı hizaya getirmiştim ki beni o durak gelince hemen bulabilsin.

Vucudum yaklaşık 65 derecelik bir açı ile şöför ile birlikte ön cama bakmakta iken aklıma "Ya unutursa" geldi. Ya şöför benim inmem gereken durağa geldiğimizi söylemeyi unutursa? Deminden beri 3 durak geçmiştik. Ya onlardan birisi idiyse inmem gereken yer. Evet, şöförün nefesini duyabilecek yakınlıktaydım ama yine de unutabilirdi. Bir sürü işi, düşüncesi vardır, beni mi hatırlayacak diyerek, şöföre "Eee acaba daha ne kadar var?" dedim. 15 saniye süresince ses vermeyince duymadığını düşünerek tekrar sordum. "Var daha var" gibi rahatlatıcı bir ses çıkardı şöför.

Dördüncü "Geldik mi acaba?" sorumun hemen sonrasındaki durakta şöför "Aha burası! Hadi in" dedi. Çok teşekkür edip indim. Başarıyla bilmediğim bir yerden bilmediğim bir yere gelmiştim. Kendimi alkışlamalıydım. Alkışlamadan önce gideceğim üniversiteyi sordum bir bey amcaya. Bey amca "Ohooo" dedi. Önce onu yaklaşan yılbaşı dolayısı ile heyecanlanan bir Hristiyan zannettim (Bkz: ho ho ho) ama sonra "Üniversite daha çok ötede. Neden burda indin ki?" deyince şöförün 4. sorumdan sonra neden beni hemen inmeye teşfik etmesini anlamıştım. Geç olmuştu ama anlamıştım. Hatta beynimin geç işlediğini de anlamıştım.

Yani kısacası İstanbul ve otobüsleri benim aslında ne kadar geri zekalı olduğumu farkettirmişti. Defalarca teşekkür ederim. Artık ona göre davranıyorum, kendime karşı önlemimi alıyorum.

Not: Dikkat! Abartma tozu içerir.

Cuma, Kasım 17, 2006

Pazartesi, Kasım 13, 2006

Taksiciyle sohbet

Birkaç yıl önceydi. Bir taksici ile (sohbetin nasıl açıldığını hatırlamıyorum ama) "enteresan" yolculardan bahsediyorduk.

- Laila taksisiyim ben. Bir gece Laila'dan çıkan bir adam 'Bursa'ya çek' dedi. Emin olamadım. Yüz dolar verdi bana. O zaman gittim. Güvence almadan gidilir mi o kadar yol. Ya Bursa'ya geldiğimde 'param yok' derse.. Di mi ama?

- Hmm.

(Ben düşüncelere daldım o sırada. Laila'ya gelmek üzere ta Bursa'dan çıkıp gelmek... )

- Adamın biri de bir gece binip 'kafana göre dolaş şehirde' dedi. Sabaha kadar arkada uyudu, ben gezdim. Sabah bikaç yüz milyonluk bir miktar yazıyordu taksimetrede. Ödedi ve indi.

(Bu anlattıklarım 2001 krizi civarında olan şeylerdi. 2002'nin ilk ayları da olabilir.)

Pazartesi, Kasım 06, 2006

Birazdan inecem...

28T Topkapı-Beşiktaş hattında İETT’ nin yeşil otobüslerinden birinde yolculardan biri telefonuyla konuşmaktadır (bilirsiniz, cep telefonuyla konuşmak yassahtır!) ve yolculardan biri sonunda patlar:

- Yaavvvvv! Kapat şu telefonu be adam!

- Birazdan inecem...

- İneceen de, bizi de indireceeeeen haaaaaa!!!


* Peki ne olmuştur..?

- Adamın cevabı yerini bulmuştur, otobüste kahkaha silsilesi ve neşe yumakları meydana gelmiştir. Böyle hazır cevaplı amcalara hayrânım...

Cuma, Kasım 03, 2006

Trende Şarkı Söylemek

İlk tren postumuz, blogumuza ve vagonlarımıza hayırlı-uğurlu olsun.
Yıl 1999. Öğrenciyken, otobüslerde yer kalmadığında ya da parayı son kuruşuna kadar tükettiğimizde -mecburen- tercih ettiğimiz bir araç idi tren. Pamukkale Ekspresi. Bu hattı kullanan, sanıyorum, dört üniversite vardı ve bu yüzden tatil zamanlarında bu tren öğrencilerle dolar taşardı. [Hâlâ öyle olsa gerek.]
Pullman'lı gidiyorduk. Takır takır sesler çıkararak giden tren herhalde Eskişehir civarına ulaşmıştı ki.. Durduk.
Yol boyu devam eden gürültüden sonra vagonların içinde bir sessizlik olur ya hani o duraklarda.. Bu sefer, bir mırıltı bu sessizliği bozuyordu. Diğer vagonlarda bilet bulabilen arkadaşlarla sohbet etmek ve ara bölümlerde sigara içmek için çok sık ayağa kalkıyorduk. Bu yüzden mırıltının nereden geldiğini çözmemiz zor olmadı.

Vagonun orta kısmında kalan bir koltukta, dizlerini yukarı çektiği halde cam kenarında oturan bir kızdan geliyordu bu ses. Yanı boştu. Perdeyi kendine siper ederek dışarıyı seyrederken, walkman'i ve manzara ile başbaşa kalmak istiyordu demek ki. Bir yandan da şarkıyı söylüyordu. Vagondaki herkesin sessizce bu kızı dinlediğini fark ettik. Eh, biz de kendi aramızda fısıldaşmayı bırakıp şarkı mırıldanan kızı dinlemeye başladık.
Şimdi hangi şarkıyı söylediğini unuttum ama sözlerini hatırlayamadığı yerlerde şarkı söylemeyi bırakıp sadece melodiyi mırıldanıyordu.
Şunun gibi: "Biiiir şarkısın seeeen, nını nı nııııı nını nı nııııı".
Arkadaşlarla birbirimize bakıp sırıtarak kıza kulak verdik. Sonra vagonda, birbirini tanımayan insanların aynı anda kahkaha atmasına sebep olan kısıma geldi:
"Ulan ne kadar kötü söylüyorum şarkıyı bee." dedi kız kendi kendine. Vagondaki herkes buna gülünce, herkesin bu kıza kulak vermiş olduğunu daha iyi anlamıştık.
Farkında mıydı o sırada trenin sessizlik içinde olduğunu, sesinin o kadar yüksek perdeden çıktığını ve herkesin ona kulak verip gülümsediğini... Bilmiyorum. Biz de gülüp geçmiştik zaten.
Eğlenceli yolculuktu.

Çarşamba, Kasım 01, 2006

çok samimi görünüyordunuz

ya bayram arefesiydi ya da bayramın ilk günü. moralim çok bozuktu, evime sığamadım, kadıköy'e kaçtım. hep gittiğim yerde birkaç kadeh birşeyler içtim, gece 2'de hala berbat hissettiğimi fark edince eve dönmeye karar verip kalktım. kapıda şeytan dürttü, moda'ya doğru yürüyeyim biraz dedim, taksiye de oradaki duraktan binerim, hava alırsam iyi gelir belki, falan filan.
moda caddesini yarılamışken karşıma hemen hemen benim ebatlarımda, simsiyah bir sokak köpeği çıktı. tanımadığım köpeklerden, hele sokak köpeklerinden tahmin edemeyeceğiniz raddelerde korkarım, ama bundan korkmadım nedense. geldi, geldi, tam önümde durup o koca patilerini göğsüme dayadı. resmen sev beni diyor. sevemem seni dedim, ablalarım tanımadığım kedileri, köpekleri sevmeme izin vermiyor. (bu konuda biraz sabıkalıyım, kuduz aşısı yemişliğim var zira) bu defa da elimdeki hırkanın ucunu dişleriyle çekiştirmeye başladı. oyun istiyor. oyun da oynayamam dedim, ona da kızarlar. caddenin ortasındayız hem dedim, ezileceğiz şimdi. hem ben senin bildiğin kızlardan değilim dedim. biz böyle hırkayı iki ucundan çekiştirip dururken gelen bir taksiyi durdurdum, ben bu taksiyle evime gidiyorum bırak bakayım artık hırkamı dedim. bıraktı ve taksiye bindim. takside kriz halinde gülmeye başladım, iki dakika kadar konuşamadım gülmekten. sonra da taksici deli falan zannetmesin diye olanları anlattım.
taksici, o sizin köpeğiniz değil miydi, dedi.
haayır canım, sokak köpeği, dedim.
aaa, dedi, ama ben sizin köpeğiniz sandım, çok samimi görünüyordunuz!