Perşembe, Nisan 27, 2006

Otobüs Hikayesi - Gürültü

Çoktandır karşılaşmadım ama sanırım yazın daha sık olan bir şey bu. Ne mi?
Otobüs, sakin sakin ilerlerken bir anda bir kadın/kız çığlığı duyulur.

Ve hep ortalık karışır işte.

"Beyfendi, lütfen çekilir misiniz şuradan?"
"Bu kadar terbiyesizlik de olmaz artık!"
"Lütfen, siz oturun buraya, lütfen diyorum."
"Otobüsü durdurun, beyfendi iner misiniz, benimle karakola kadar geleceksiniz!"

Bu tip bağırışlar. Hep rahatsız olurum. Allah korusun derim. Kafayı bozmuş bir kadın tarafından bu şekilde iftiraya da uğrayabilirsiniz, bir hiç uğruna rezillik yaşayabilirsiniz. Carlos'un annesi gibi tipler bile bazen böyle bağırabiliyor otobüste! "Allah aşkına teyze, neyden bahsediyorsun sen?".

Yaşadığım son olaydaki adam, temiz yüzlüydü. Kızı inceledim. Sanki biraz kafası bozuk ve ne yaptığını bilmez şekildeydi. İndi zaten kız. Adam ise yol boyunca "şüpheli" bakışları kaldırmak zorunda kaldı. Ne kadar zor bir durum olsa gerek. Kızsan bir türlü, kızmasan bir türlü.

Peki bu durum, gerçek fortçuları temize çıkarır mı? Elbette hayır.

İşte, hayatın çözüm bulamadığı olaylardan biri daha. Şu dolmuşta başıma gelen olay sırasında ben de çığlık mı atmalıydım yani? "Hanfendi lütfen, fortlamayın beni!"

İnce bir çizgi. Kimin çektiği belli değil. Aman diyim, kimse çekmesin. Fortçuları da, araba mezarlığı paklar.

Çarşamba, Nisan 26, 2006

Otobüs Hikayesi - Yoklama

Geçen hafta bindim otobüse. Halk otobüsü idi. Ben de bir "halk" olduğum için ona binmedim zira İ.E.T.T. gelemedi.

Otobüs tenha idi. Ortalarda bir yere oturdum. Orta kapıya yakın olsun diye. O sırada, şöför tarafını inceleme imkanım oldu. Yeni gördüm o tabelayı. Daha önce var mıydı, bilmiyorum. Enteresan geldi bana. Açtım telefonda mesajlar bölümünü ve not ettim:

"Oturan 36 , ayakta 64, toplam 100 kişi" yazıyordu.

Geçtiğimiz yıllarda edindiğim tecrübelerden, iş dönüşü saatlerinde 200 kişiye kadar doluyordu o otobüsler. Düşünün ki, ufacık bir salon. 200 kişiyi dizmişsiniz içeriye. Kış günü. "Dip dibe" bile denmez ona, "pantolon pantolona". Yani, Allah korusun kaza falan yapsa otobüs, yaralansak, kan akıntısı olabilmesi için bir boşluk yok yani otobüsün içinde! Kan akmıyor, üzerine yapışıyor. Üstünde pıhtılaşıyor yani!

Ayakta 65 kişiyi saymak kaç saniyemi alır diye saymaya başlarken "durağım" geldi. İndim. "İnesim" geldi diye inmedim yani.

Ha bu arada, hayır otobüsün plakasını almak aklıma gelmedi.

Perşembe, Nisan 20, 2006

Otobüs Hikayesi - Düğmeye Basınız

Herkesin başına gelir bu. Biz bile yaparız belki farkında olmadan.
Ama gariptir işte.
Neden yaparız, neden yaparlar. Cevabı bilinmez.
Belki "dalgınlık" isimli kitapta aramak lazım bu sorunun cevabını..

İneceğiniz durağa gelirsiniz. Yeni otobüslerde, inmek için düğmeye bastığınızda düğmenin üzerindeki kırmızı ışık yanar. Kırmızı, durmak demektir. Kırmızı görünce durmayan tek şey boğadır çünkü. (Renk körlüğünden olsa gerek, yeşil olarak algılıyor sanırım kırmızıyı)

Düğmeye basarsınız. Sizden sonra biri daha yerinden kalkıp kapıya yaklaşır. Kırmızı yanmaktadır zaten düğmenin üzerinde ama yeni gelen bir daha basar o düğmeye.

İlginçtir değil mi? Bir seferinde, aynı kırmızı düğmeye peşpeşe beş defa basıldığına ve bu beş kişinin de bir diğerini basarken görmesine rağmen yeniden bastığına şahit oldum. Beş kişi de bastı o düğmeye. Ayakta durmak için daha fazla yer olsa herhalde altıncı bir kişi de basmakta tereddüt etmeyecekti.

İlginç.

Salı, Nisan 18, 2006

Otobüs Hikayesi - Şüphe

Bir sabah otobüse bindim. Yıl 2002 olsa gerek. Oturma şansına erişebilenlerden biriydim. Arka kapıya yakın bir yerde oturuyordum. Otobüsün, orta kapısının oradaki grupta, bir deli dikkatimi çekti. Deli dediğim, halk arasında meczup diye bilinenlerden. Gariban da deniyor.

Otobüsün dönüş yaptığı yerlerden birinde, eylemsizlik ve denge kaybı nedeniyle bu meczup ayaktakilerden bir tanesinin üzerine devrileyazdı. Her şey o ana kadar normaldi. Sonra bir anda ortalık karıştı. O bölümde ayakta duranlardan birisi bu meczubu köşeye sıkıştırıp bağırmaya başladı. Sonra da dövmeye başladı. Yumruk atmaya başlayana kadar olayı izliyordum ama kulağımdaki kulaklık sesleri duymamı engelliyordu. Müziği durdurdum ve olanlara kulak verdim.

Çözmek zor değildi.

Birisi size, kapkaççılar ve yankesiciler mevzusunu anlatırken mutlaka, "önce çarparlar sana, sen ne olduğunu bilemeden cüzdanını alıp kaçarlar" demiştir.

Dengesini kaybedip kendisine çarpan meczuptan sonra da, adamın aklına bu geliyor. Elini cüzdanına atıyor ve cüzdanının yerinde olmadığını görüyor. "Ver ulan cüzdanımı" diye herkesin içinde bağırmaya başlıyor. Meczup, zar zor konuşuyor zaten "beğn almağdığm" diyor ama adam anlar mı, başlıyor vurmaya...

Ne yapıp ettiler, meczubun üstünü aradılar. Cüzdan falan çıkmadı doğal olarak. Herkesin içinde özür dilemeye başladı meczuptan ama meczup ağlamaya başlamıştı bi kere.. Tüm özür çabalarına rağmen omuz silkerek "bana ne" diyen çocuklar gibi ağlayarak indi otobüsten.

Çünkü cüzdanını arka cebinde arayan "önyargılı" insan, aradığı cüzdanı ceketinin iç cebinde buldu ama kırılan kalp bir daha eski haliyle yapışmaz derler..

Bir hafta sonra, yine aynı yöndeki başka bir otobüste, şöförün yanında gördüm o meczubu. Mutlu görünüyordu. Son görüşüm imiş. Bir daha görmedim o garibanı.

Pazartesi, Nisan 17, 2006

Dolmuş (mu acaba)

Bu hikayemiz Denizli'den.
Bir gece, dolmuşa bineceğim. Gece dediysem, saat 21-22 civarı.
Lise'nin oralarda bir yerdeyim.

Orada tüm dolmuşlar Peugeot'tur. Sanırım İstanbul'daki "manevra kabiliyeti yüksek" dolmuşlardan ders almış olacaklar ki, en kütük araçlardan yapıylorlar dolmuşları. Bir de enteresanlığı vardır bu dolmuşların; inmek istediğinizde dolmuşun çeşitli yerlerine yerleştirilmiş, bildiğiniz kapı zillerinden vardır. Bastığınızda, şöför ilk durakta çeker kenara.
Eğer minibüs dolu ise, yolcu almaz transit geçer ve telsizle arkadakine haber verir; "Yetmişüüüüç! Saltak'ta Aygaz'ın önünde üç kişi bıraktım!"

Dolmuş durağında dikilen birisi, Peugeot markalı bir minibüs gördüğü zaman bir "el yapar". 10 Peugeot minibüs geçse, 9'u dolmuştur bunların zaten. Bazen benim gibi, görme bozukluğu yaşıyorsanız, okul servislerini de durdurmaya çalışmışlığınız var demektir. He he.

Akşam, dolmuş olduğuna emin olduğum (üzerindeki ışıklı tabeladan) Peugeot'yu durdurdum. Bindim. Meydana gideceğim. Ama bir gariplik var dolmuşta. Eski model bi Peugeot. İçerde de sigara kokusu var.
Yerime oturmamla fark ettim.
Şöförün arkasındaki koltukta, bir Ankaralı Turgut görünümlü adam oturmuş, elinde sigarası, içiyor!

Şöföre baktım, acaba farkında mı diye. Gayet de farkında ama şöförde de bir gariplik var. Deliydi sanıyorum. İki durak ileride durdu. Kapıyı açtı, indi şöför. Dışarıdan başka biri atladı bu sefer minibüsün direksiyonuna.
Şöförün arkasındaki koltukta, bacak bacak üstüne atmış Ankaralı Turgut kim acaba diyorum, elinde sigara, arada bir arkaya dönüp bakıyor. Ben varım dolmuşta, iki kişi de en arkada oturmakta.

"Acaba dolmuş diye herhangi bir servise mi bindim" diye şüphelendim. Etrafıma bakınıyorum, yoo bu bir bolmuş. Delikliçınar, Lise, Atatürk Caddesi falan yazıyor her tarafında.. "Uçakları, korsanlar kaçırır da; minibüsü-dolmuşu kim kaçırır yahu" diyorum kendi kendime. Pek tekin gelmedi o dolmuş bana. İndim, "Amaaan yürüyerek giderim" diyerek.

Denizli'de dolmuşu niye kullandığımı hala çözemiyorum zaten.
Beyoğlu İstiklal Caddesi'nin başından, Megavizyon'a kadar gideceğiniz bir mesafe sonuçta :)
En uzak mesafe de, İstiklal Caddesi'nin başından Tünel'e kadar (neredeyse).

Garip bir gün idi. Hala çözebilmiş değilim o dolmuşun hikayesini. İnen şöför deli idi, binenin de akli dengesinin yerinde olmadığını arkasında sigara içmekte olan adama bakıp da "beyfendi , dolmuşta sigara içmek yasak değildir" demek yerine önüne bakıp sürmeye devam etmesinden çıkarmıştım...

Bilemedim ben bu işi.

Otobüs Hikayesi - Cep Tel ve ABS

Herkes bilir. Yeşil Otobüslerde "CEP TELEFONU YASAKTIR".

Aklım hala almıyor bunu. Hiç unutmam bir ara, "Cep telefonu açık olduğu için kaza yapan yeşil otobüsleri gösteren gazete küpürleri" bile astılar bu yeşil otobüslere. Çevreci ya, çekmediği kalmadı gariban otobüslerin ve ona binen yolcuların.

İlk başlarda birinin telefonu çalmaya görsün, nasıl da hakaretlere maruz kalırdı insanlar?
Ağzını açıp da bir şey diyemeyecek kadar korkak olanlar da Carlos'un annesinin bakışlarına bürünür, pis pis bakarlardı telefonu çalan kişiye...

Yalan mı?

Artık bunu aştı insanlar sanıyordum.
Geçen hafta, bir kadın bindi. Yeşil otobüs. Buraya ablasını ziyarete gelmiş herhalde, bir kadın. Durakta "parayla binebilir miyiz" diye sordu da bindi.
Birisinden aldı Ak-Bil'i, bastı, geldi parasını vermeden önce sordu, "Ne kadar?" diye.
Sorduğu kadının suratını göremedim ama yadırgayıcı bakmış olacak ki, açıklama ihtiyacı hissetti; "Ben otobüse binmiyorum da.." diye. O yüzden bilmiyormuş yani.

Neyse, verdi parasını Ak-Bil sahibine. Oturduğu gibi telefonu çaldı. Önce şöför baktı dikiz aynasından ters ters. Sonra, şöför arkasında her daim oturan yaşlı kadın (nedense hep şöförün arkasında bir yaşlı kadın oturuyo olur, ilginç) Carlos'un annesi bakışlarına büründü kadına doğru.
Kadın açtı telefonunu, konuşuyor "Haa, evet evet. Bindim şimdi, geliyorum, yoldayım" dedi. Şöför kibarca "Telefonunuzu kapatır mısınız" diyor, o sırada bakmıyor yola falan (kazaların sebebi cep telefonu değil, cep telefonu kapatın demekten yola bakmayan şöförler aslında! ) ha haha ha

Önce şöför, sonra şöförün arkasındaki aksi bakışlı yaşlı kadın, ne yapıp edip kapattırdılar telefonunu bu "otobüse binmeyen" teyzenin..

Ben de bunları izledim. Beş durak sonra inecektim zaten.

Buradan yetkililere sesleniyorum, hurafalerle insanları birbirine aşağılatmayın lütfen. Saçmalığı kesin. ABS ile cep telefonu arasındaki arasındaki bağlantıyı anlatın da, halk sizi bir güzel parçalasın!

Geçenlerde otobüste yaşlı bir amca vardı, onun beynine girdiğimde şöyle düşünüyordu: "Bizim oğlanın arabada da ABS var, ama cep telefonu ile konuşuyor. Bu otobüsün ne farklılığı var?"

Dikkati de, başka birinin "Cep telefonunuzu kapatır mısınız beyfendi" diye seslenmesi ile dağılmıştı. Canını sevenler, belediye otobüsünde bile belli ediyor kendini.

ABS'nin açılımı, tarafımdan; "Aptalların Bilmediği Sistem" olarak değiştirilmiştir!

Bu da böyle biline!

Perşembe, Nisan 13, 2006

Üniversitedeki öğrencilik yıllarından

Bir pazar günü kampuse gidip basketbol oynamışız akşama kadar. Köyümüze dönmek için ( Uludağ mezunuyum ben. Kampus, Görükle Kampusu diye geçer. Görükle de İzmir yolu üzerinde bir köydür ve ben de o köyde bir öğrenci sitesi olan Yerleşim'de ikamet etmekteyimdir. Meraklılar Eksi Sözlük'e girip bir 'yerleşim' yazıversinler hele)
dolmuş bekliyoruz. Neyse geliyor dolmuş. Her zamanki gibi de kalabalık, ayaktayız arkadaşla. Millet şoföre para uzatıyor

-Burdan bi' öğrenci

-Burdan iki öğrenci

- Arkadan 4 öğrenci

Sonra şöyle bir ses duyuyoruz:

- Burdan da bir ev hanımı....

Sese doğru bir dönüp bakıyoruz. Bir teyze... Hem gülüyor hem para uzatıyor.

Salı, Nisan 11, 2006

Metrodaki Örnek Vatandaş!! (Metro Hikayesi)

Bir gün Mecidiyeköy'den Taksim'e gitmek üzere metroya bindim. Adamın teki kapının önünde durmuş, merdivenlerden inenlere telaşla, el kol hareketleri eşliğinde bağırıyor:

- Koooş, kooooşşşş, hadi çabuuk çabuuukkk! Metro kalkıyor! Koşsanıza!

O sırada kızın teki metroya doğru yürürken, cep telefonunun çaldığını farkediyor ve olan oluyor. Adam:

- Hadisene be kızım, koş! Yetişemeyeceksin, bırak şimdi telefonu!

Kız şaşkın şaşkın adama bakıyor ve telefonunu açıyor. O sırada kapılar kapanıyor. Adamdaki tepki:

- Salak!

Ama adam nasıl sinirli, burnundan soluyor ve Osmanbey durağına kadar söyleniyor:

- Salak! Ne vardı sanki telefona bakmasaydı! Koşuverse yetişecekti. Kırıta kırıta yürüyo! Allaallaa yaa!!! Bıdıbıdıbıdıbıdı...

Herkes şaşkınlıkla adamı inceliyor. Gülüşenler, aralarında fısıldaşanlar, korkanlar... Adam hiçbirimize aldırmadan konuşmaya devam ediyor. Derken Osmanbey durağına geliyoruz. Rahatlıyor ve görevine kaldığı yerden orada devam ediyor. Bu defa sonuçtan memnun kalmış olsa gerek, Taksim'e doğru sessizce yola çıkıyoruz.

Her toplu taşıma aracına lazım canım böyle örnek vatandaşlar... :))

Pazartesi, Nisan 10, 2006

Biraz alakasız olacak ama...

Yıl 2003.
Bir yaz öğleden sonrası. Hava daha kararmamış. Ama benim gözlerin bozulmaya başladığı zamanlar. Otobüslerin numarasını ancak burnumun dibinde durduklarında okuyabiliyorum.

Dalmışım bir ara.
Önümde bir otobüs durdu. Şu yeni yeşil otobüslerden, hani "çevreci". Otomatik vites olanlar. Hani yanında, güzergâhını gösteren "akan tabelalardan" var.

Otobüsün numarası yanlış hatırlamıyorsam 31b idi. Tam benim kafamı çevirip tabelayı algıladığım sırada, ekranda "Okmeydanı" yazısı çıktı!!!!

Gülmeye başladım kendi kendime, yanımdakiler de bana baktı. Hani öyle "deli" bir tipim de yok. Kıs kıs güldüm işte.
Belkıs.

Hayattaki komedileri de yakalayabildiğim için, övündüm kendimle.

İ.E.T.T.

Bugün, bindim otobüse. Tarihe dikkatinizi çekerim; bir Pazar günü.
Açtım kitabımı, okuyorum. Bir durak geçtik, iki durak daha geçtik (etti toplam 3 durak), iki tane kadın bindi. Bunlar, mahallenin genç delikanlı kızı Süheyla ile, mahallenin Mualla Ablası. İkisinde de Ak-Bil var. Önden, yaş gereği Mualla Abla biner otobüse, ardından Süheyla. Mualla Abla, basıp geçer ama Süheyla'nın kredisi yetmez "balülaa balülaa" diye ses verir alet.
Süheyla, döner Mualla Ablasına ve der ki "Abla, Ak-Bil'im bitmiş. Seninkinden bassak."

Mualla Abla, hiç beklemediğim cevabı verdi: "Benimki, şimdi bedava basar, yanmasın hakkım."

Haydaa. Bilmeyenler için İ.E.T.T.'de Ak-Bil olayını anlatayım. Ak-Bil, adı üstünde Akıllı Bilettir ama "aklı parayla çalışır". Yani yüklediğin kadar kontörün olur, kredin bittiği anda, elinde o küçük İngiliz anahtarı gibi aletle kalırsın öyle..
Ayrıca, İ.E.T.T.'nin "ücretsiz aktarma" dediği bir şey vardır. Bir Ak-Bil ile, İ.E.T.T. otobüsüne binerseniz, bir buçuk saat içinde (eskiden bir saat idi, artırdılar yâni) bineceğiniz diğer vesaite, "ücretsiz aktarma" yapmanızı sağlar. Yolun sonunda, otobüsten indiğiniz anda bineceğiniz diğer vesait (Tramvay, metro, hafif metro, ağır siklet, otobüs..) size bedavaya gelir.

Yaa işte böyle. Bir basıvermedi Mualla Abla.. Bedavası gidecek diye.

Cumartesi, Nisan 08, 2006

Çizmesem, Çatlardım Anlatırken



Yıl, hiç unutmam, 1999. Yani saçlarımı kestirmişim artık. Bir gün evden çıktım. Aşağıdaki caddeye indim. Cuma günüydü hatta, çok iyi hatırlıyorum. Sabah saat dokuz gibi.
Minibüs beklediğim yerin tam arkasında bir kadın kuaförü vardı. İçerden bir kız (yaşı benim civarımda falandı) çıktı ve benim yanımda minibüsü beklemeye başladı.
Ben cool adam havasında, sigaramı içiyordum. Kızın duruşu bir garip geldi bana, o yüzden arada bunu inceliyordum.
Hava sıcak olduğu için, yazlık bir ayakkabı giymişti ve devamlı ayakkabısına bakıp duruyordu. Ve devamlı gülüyor, gülümsüyordu. "Bir Tinto Brass kızı" gibiydi yani. Ben de "niye bakıyor ki, niye gülüp duruyor ki kendi kendine" diye bakıyordum kaçamak bakışlarla.
Neyse dolmuş geldi. Şimdi lütfen yandaki şekle bakın:

Ayakta yolcu almıyordu dolmuşlar (başka bi şehir bu). Üstüne üstlük, dolmuşta da sadece iki tane boş yer var. Birine o oturacak, diğerine ben. Mavi ile işaretlenmiş yere ben oturdum, o da gelip kırmızı ile işaretlenmiş cam kenarına oturdu. O en arka sırada oturanlar, önleri açık olduğu için, genellikle ayağa kalkar ve gidip kendi ücretlerini ödeyip yerine geçer. Kalkıp öne doğru gittim, kendi ücretimi ödedim ve yerime döndüm. Ben oturduğum zaman, bu ayağa kalktı. "Para vermeye gidecek herhalde" dedim içimden. Orasını burasını kurcalarken (çantası, yan cebi, arka cebi, cüzdan cebi, paçası..) minibüs bir dönüş yaptı ve bizimki dengesini kaybedip hoppaa diye kucağıma düştü. "Afedersiniz" dedi gülerek. Cool adam pozumla "önemli değil" dedim. Sonra, çıkardı parayı ve ne yaptı biliyor musunuz? Bana dönerek "Burdan bir kişi uzatır mısınız?" dedi!!!

Resme bir daha bakıp, durumu hayal edin.

Ne yaptığımı hatırlamıyorum. Ya aşağıdaki post'ta olduğu gibi bön bön suratına bakmışımdır ya da gidip verip gelmişimdir. Ama aynı durakta indiğimizi hatırlıyorum. Kaçmıştım, peşime takılır diye. Sanırım takılmadı. Ama arkamdan "salak" demiştir herhalde. Varsın desin.

Yine minibüs

Yıl yine ya 1997 ya da 1998.
Aynı minibüs hattına binmiştim.
Bu sefer, okuldan şehre dönüyordum.
En arka sıranın bir önüne oturmuştum bu sefer. Cam kenarı.
Arka sıraya iki tane kadın bindi. Orta yaşlarda olsa gerek. Tiplerine bakmadım. Arkama oturdukları gibi konuşmaya başladılar. Sanırım bir "ev gezmesinden" dönüyorlardı.
"Ev gezmesine" gittikleri kadın arkadaş,ı herahlde bunun canını sıkmış. Yanındaki arkadaşına kendi kocasını falan anlatıyordu. Evine misafirliğe gittiği kadının kocası sanırım karısıyla ilgilenmiyormuş artık (nereden öğrendiyse bunu) , "bak benim kocama, beni seviyor" diyordu. "O kendi kocasına baksın" diyordu. Merak ettim aslında bunları diyen kadını o sırada, arkama dönüp bakacaktım ama dönemedim.

O zamanlar, yanımda hep Walkman vardı, hani kaset çalar. Ondan vardı o sırada kulağımda. Ama şarkı arasına denk gelmişti herhalde sohbet (hani ses kısıkken dışardaki sesleri duymaya başlarsınız ya), Walkman'i kapattım ama kulaklıklarımı çıkarmamıştım. Herhalde ya beni "Walkman dinliyor, duymaz" diye düşündüler veya gerçekten de tüm minibüsün duyması için öyle yüksek sesle konuşuyorlardı.

Her iki durumda da hoşuma gitmedi.
İlla kimse dinlemiyor diye minibüste de dedikodu yapılmaz ki.
Normal zamanda da yapılmaması gerekir ya, neyse... İnsanlık bunu biraz geç de olsa keşfedecek bir gün. TV'ciler nasıl para kazanacak o günler geldiğinde, merak ediyorum açıkçası.

Minibüs

Yıl 1997 ya da 1998. Öğrenciydim. Saçlarım uzundu. Okula gitmek için şehir içinden minibüse binmiştim. Şöförün arkasındaki koltuğa oturdum. Bir durak sonra arkadaki sıraya yaşlı bir kadın oturmuştu. Benim omzuma dokunup, "Kızım şurdan bir kişi uzatır mısın" dedi. Döndüm. Suratına baktım. Parası elinde duruyor, benim suratıma bakıyordu. Neden bön bön baktığımı da anlamadı herhalde. Ben de parayı falan uzatmadan kafamı önüme çevirdim.

Saçlarım onunkinden güzel diye canımı sıkmak istemişti herhalde.
Parasını da kime verdiyse...

p.s. Desperate Housewives'ı izleyenler bilir. Carlos'un annesi rolündeki kadın var ya. Aha işte aynı onun kadar "pis bakışlı" bir yaşlı kadındı. Hiç sevmem.

Dolmuş minibüs hikayeleri devam edecek.

Cuma, Nisan 07, 2006

Vrrnn vrnnn

Bu blogda, otobüslerden ilham aldığım şeyleri yazacağım. İnsanlar olabilir, duraklar olabilir, raketler olabilir, biletçiler olabilir ya da otobüsün geçtiği yerlerde olan-biten şeyler olabilir. İşte, aklıma ne geliyorsa yazacağım. Halk otobüsü ve İ.E.T.T.. Al birini vur ötekine.

"İneklik etme, taksi tut" lafını ilk söyleyen kişiye sevgilerimizle.