Perşembe, Şubat 28, 2008

Otobüslerde Sık Karşılaştığımız Kitaplar Bölümü: 1. Olasılıksız

Olasılıksız diye bir kitap var. Birkaç yıldır, kitabevlerinde, gazetelerde, dergilerde, oralarda, buralarda görmüşsünüzdür. İnternetten satış yapan yerlerde de (Pandora, İdeefixe, ilknokta gibi yerlerde) halen ilk üç sırada bulunuyor. İlginç bir şekilde, kulaktan kulağa yayılarak satış rekoruna koşuyor (çoktaaan Da Vinci'nin rekorunu bile kırmıştır belki de) ve otobüste, metroda bile rastlanabiliyor.

Bu kitabı şimdiye kadar sağda solda hep aynı özet cümlesi ile duydum. Kitabı okumamış olan birisi, okuyan kişiye sorduğu zaman, şu cümleyi duyuyor genelde: "Adamın biri var, devamlı olasılık hesabı yapıyor ve kumar oynuyor."

En son, havaalanı servisinde yan tarafımda oturan iki kızın konuşmasında duymuştum.
- Aaa Olasılıksız'ı mı okuyorsun. Bu kitabı herkes bana tavsiye edip duruyor. Nasıl bir şey? Beğendin mi sen?
- Valla güzel. Adam, devamlı olasılık hesapları yapıyor ve kumar oynuyor.
(Bu cümlenin ardından "kazanıyor mu peki?" diye soran olmadı henüz. Demek ki "olasılık hesabı" yapabilen kişilerin kumarda iyi para kazanacağına dair bir inanç da yerleşmiş.)
- Ben de okuyacağım. Dedi kız ve ben servisteki "Olasılıksız" sohbetine kulak vermeyi kestim.

Siz de otobüste Olasılıksız'ı okuyan birine rastlarsanız... Sakın "bu kitap ne hakkında" diye sormayın. : )

Çarşamba, Şubat 27, 2008

Kars'tan Ardahan'a: Beş dakika içinde hayatını özetleyebilenlere hayranız


Geçen hafta. E5 üzerinden giden 145M. Çift katlı Beylikdüzü otobüslerinden bir tanesine attım kendimi. Akşam saati. Hatta Fenerbahçe'nin maçının olduğu gün (Sevilla ile ilk maç). Maçın başlamasına yirmi dakika varken her şey güzeldi. İyi gidiyorduk. Karşımda yaşlı bir teyze ile kocası vardı. Sakin sakin gidiyorduk. Arkalardan birisi kalkıp benim yanıma oturdu yani amcanın tam karşısına.

Amca, karşısına oturan bu adama kibarlık olsun diye gülümsedi. Maça kaç dakika olduğunu kendisi sordu ve sonra saatine bakıp "yirmi dakika kaldığını" kendisi söyledi.

- "İstanbul bitmiş amca." Deyiverdi. Bu sihirli laf, Türkçe konuşulan coğrafyalarda (coğrafyanın çoğulu olur mu) her zaman, her şartta işler mi diye düşünmeye başladım ben.
- "Valla İstanbul bitmiş. Şu hale bak." Diye devam etti.

Bu lafı hayatı boyunca belki de on bin kere duymuş olan amca, belki de aynı cümleyi bir daha duymamak için bir soru sordu:
- Memleket neresi?

Ardahanlıymış. Kars'ta mı ne yaşıyormuş. Ardahan'da çalışmaya başlamış. "Ne iş yapıyorsun" diye soran amcaya "imalat müdürüyüm" cevabı verdi. Bankanın krediler bölümündeki bir eleman "kredi bölümünde çalışıyorum" mu der, ya da gazetede çalışan bir adam "sayfa sekreteriyim" mi der. Sırasıyla; "tekstille uğraşıyoruz, tekstilde çalışıyorum, bankada çalışıyorum, gazetede çalışıyorum" falan demez mi? Neyse bu titri konuşmayın ilerleyen kısımlarında bir daha duyacakmışım.

Oralarda tekstil fabrikaları varmış. Buraya arada bir, iş için falan gelirmiş. Ayda 750 lira kredi borcu ödeyerek aldığı bir evi varmış. O ev olmasaymış, zaten 1.800'lük maaşının büyük bir kısmı İstanbul'daki evin kirasına gidermiş. Neyse ki Ardahan'da çalışanların ev kirasını patron ödüyormuş (hepsininkini)...

- Oralarda aylık masrafın yok gibi. Aldığın parayı harcayacak yerin yok ki. İstanbul'u bilirsin amca. Adım başı para. (Bu cümleyi de sık zikrederler. İstanbul'un her tarafında dikilip, gelenden geçenden para toplayan kişiler var diye algılayan kaç insan vardır acaba uzaklarda.)

İstanbul'daki ve batıdaki diğer şehirlerdeki tekstil fabrikalarına göre fiyat avantajı çokmuş. O yüzden herkes onlara yaptırıyormuş fason malını. "Biz de lise, üniversite mezunu kızlara iş veriyoruz, hem makineleri kullanmayı öğreniyorlar, hem para kazanıyorlar, işi öğretiyoruz" diyor. "Ben imalat müdürüyüm, en fazla maaş alan elemana ayda 750 lira veriyoruz. Diğerleri daha az. Ama n'apacaklar ki orada parayı. Zaten ev kiralarımızı patron ödüyor. Başka ne masrafı olacak ki." diye devam ediyor. "Benim maaşım bir sekizyüz (1800 ytl), işte böyle arada bi İstanbul'a geliyorum işleri halletmeye, Avcılar'da da evim var. Ayda 750 lira ödüyorum o evin kredi borcuna. Yetiyor. Eyvallah." diyor.

O sırada ben de bir insanın, beş dakikalık mesafede, mesleğini, maaşını, evinin ayrıntılarını neden anlattığını düşünüyorum. Bir cevap bulamıyorum. Durağım geliyor. İniyorum. Hatta, galiba aynı durakta iniyoruz. O, hayatından memnundu. Koskoca imalat müdürüydü.

Salı, Şubat 26, 2008

Beyazıt'tan Çapa'ya tramvay yolculuğu



Galatalı'yla İmrahorlu'nun tramvay macerası. Blogumuz için kaydetmişler, sağolsunlar. Gerçi Galatalı'nın da dediği gibi video biraz uzun olmuş ama... : ) Olsun. Tecrübe olmuştur. Sonradan istenildiği şekilde kesilip, biçilip, edit'lenebilir nasıl olsa.

Otobüste blogu da TavlaMekanı'na selam eder.

Çarşamba, Şubat 20, 2008

Bombay'daki Taksici



Hoş bir animasyon film. Taksicilerin hayatı her yerde aynı.

Salı, Şubat 19, 2008

Özgür

Beytepe-Tunalı Servisi, koltuklar dolmuş, yeni binenler ayakta

Şoför: Hocam bir adım daha ilerleyelim, bir adım daha ilerleyelim!

Minibüs istiap haddine yaklaşmış, en son 4 kişilik bir grup binecek ve konserve şeklinde yolumuza devam edeceğiz.

Dört kişilik gruptan bir kız: Özgür aşağıda kaldı!
Şoför: Hocam bir adım daha ilerleyelim, Özgür binecek.

Özgür bindi, gittik:)

Otobüs Postası - 35A Beyazıt-Kocamustafapaşa


Tavla Mekanı'ndan Galatalı iletmiş. Ayaküstü kontör yükleyen bir yolcunun imzası.


Şoförün hemen arkasındaki "Elektrikçiyi sokakta değil internette arayın" başlıklı afişe de denk gelmemiştim. İyi oldu : ) Teşekkürler Galatalı.
Haa bir de; "reklamın iyisi, kötüsü olur" elbette. Bu iyisinden olsun.

Çarşamba, Şubat 13, 2008

Yürüyen Merdiven Anlaşması

Metro ve tramvayda aslında gizli bir "yürüyen merdiven anlaşması" ("sözleşme" bâbında) var. Bu anlaşmaya göre yürüyen merdiveni "yürümeden" kullanan yolcuların sağ tarafa dizilerek geçecek olanlara yol vermesi gerekmekte. Şehire yabancı insanların bile ilk seferinde çözebileceği bu anlaşmayı bozanlarda "kasıt" aramak gerekiyor sanırım.

Geçtiğimiz haftalarda Mecidiyeköy metro durağından yukarı çıkmaya çalışan bir grup, bu anlaşmayı bozan bir hergeleye rastladı. Yürüyen merdivenin önce sağ tarafına geçip sonra yürüyerek çıkmaya devam edecekmiş gibi yapıp sol tarafta dikilerek aşağıdan yorgun-argın çıkmaya çalışan bir sürü insanın önünü kesmeyi "eğlence" zanneden bir herifi gördük hep birlikte.

Kendisinin de bir gün önemli bir işi olduğu sırada önünün kesilmesini ve bunun "eğlence olmadığını" anlamasını ümid ediyorum. Anlarsa. Sanmam.

Cuma, Şubat 08, 2008

Otobüs - İlk Beşi bir yerde hikayemiz

Bildiğiniz gibi (yoksa bilmiyor muydunuz) artık otobüslerde bilet devri tamamen kapandı. Bir süredir Akbil makinelerinin üzerinde görmeye başladığımız yeşil canavarlar kullanılmaya başlandı. Bunun için bilet aldığınız yerden, artık telefon kartı gibi bir şey alıyorsunuz (ben henüz alıp denemedim) içinde beş akıllı/elektronik/teknolojik/über "bilet" oluyormuş.

Geçen hafta, tam "yaw hiç kimse kullanmıyor mu bu mereti" diye düşünürken otobüse orta yaşını sırtına geçirip baya bi ilerlemiş bir teyze bindi. Elinde beşi bir yerde kartı var. Bastı. Duyanların "Kontör yoook" diye algıladığı "bağulpboğulp" sesi çıktı. Kadın da otobüsün içine dalmaya devam etti. Şoför beyimiz devreye girdi: "Hoop abla" diye. "Kontör yok onun içinde" dedi.

Kadın dönüp "vallaha az önce aldım, 6.5 milyon lira verdim" deyince şoför ne yapacağını şaşırdı tabii ki. Şimdi "tamam" deyip geçirse ya işin içinde bir kolpa varsa, "yok" deyip indirse ve kadına gerçekten de o bileti kakalamış olsalar...
Bu ikileme hemen çözümünü buldu ve "tamam abla" dedi. Kadın da oturduğu yerden savunmalarına devam etti. Her gün aşağı yukarı aynı kişilerin bindiği otobüste, ilk defa görüyordum teyzeyi ve bir daha görmedim.
Şimdi bende bile bir şüphe kaldı, boşver şoförü.

Sonra, başka bir isim konabilir miydi bu merete diye düşündüm. Neden "takı" hissi veriyor bana? Cidden, o takının adı neydi?

Salı, Şubat 05, 2008

Başbakan

Ceyhun Atıf Kansu Caddesi MHP genel merkezine gelmeden 100 metre önce kapatılmış. Otobüs dar bir sokaktan girmeye çalıştı, dönemedi.
-N'olmuş
-Başbakan gelmiş
-Yol onun da bizim yolumuz değil mi?
-Başbakan yahu
-Olur mu asıl başbakan benim (!), Halk seçiyor onu, halkı dinlemiyor
Otobüs dar sokaktan 10 dakikada geri çıkıp biraz daha ilerlemeye başlayınca MHP'nin önündeki grubu polis aşağıya doğru uzaklaştırıyor gibi bir görüntü oluştu.
-İtiraz ediyorlar, böyle itiraza ben de itiraz ederim (!)
Nihayet yolumuza daha geniş bir sokaktan devam edebildik,indim. Başbakan o sırada grup toplantısında konuşuyormuş....

Pazartesi, Şubat 04, 2008

Dolmuş Hikayesi - Bakırköy Meydan

Geçen hafta dolmuşa binecektim Taksim'den, Bakırköy'e.
Sahil kuyruğuna girdim -hatta sahilde kuyruk yoktu, kuyruğu ben oluşturmaya başladım- ve beklerken bir kız dikildi yanımda. Niyetinin Bakırköy meydanına gitmek olduğunu belli etti (gideceği yeri duraktaki birkaç kişiye soran kişiye, "gideceği yeri belli eden yolcu" deniyor) fakat hangi sıraya gireceğine bir türlü karar veremedi. Bir süre önümde dikildi ve sonra sahilden gidecek olan dolmuş geldi. Bindik. Ne kadar diye sorduk (her seferinde "ne kadar" diye sorduğumu da fark ettim. Sanki her hafta zam geliyormuş muamelesi yaptığımı da hissettim.) sonra "Bakırköy meydana gider di mi" diye sordu kız. Şoför emmi soruya cevap verdi: "Evet!"

Neyse çıktık yola ama kız rahatsız. En azından semte yabancı olduğunu iyice belli ediyor ve devamlı "Bakırköy meydanı kaçıracağını düşünüyor" olsa gerek ikide bir soruyor: "Bakırköy meydana gidiyor di mi" diye. Şoför cevap vermedi, yolculardan biri "evet gidiyor, son durakta Bakırköy meydan" dedi.

Bakırköy sahile ulaştık ve içeriye girerken kız bir daha sordu: "Bakırköy meydana gelmedik di mi daha" diye. Şoför "hayır gelmedik, ben gelince haber vercem" dedi. Kız teşekkür etti. Ve Yenimahalle'den henüz çıkarken kız "meydana gelince haber verirsiniz di mi" diye sorusunu yineledi. Ben de artık olaya kulak kabartmak yerine, yan gözle izlemeye başladım. Şoför, meydana gelince haber vereceğini söyledi elbette. (şimdiye kadar ineceği durağa geldiğinde söylemeyen şoföre rastlayıp rastlamadığımı düşünmeye başladım ben o sırada)

Neyse Yenimahalle'den de çıktık, Bakırköy'e girdik. Meydana doğru ileriyoruz sokak arasında. Tam meydana dönülen köşeye geldiğimizde kız "Meydana geldiğimizde haber vereceksiniz di mi" diye sordu kiiiii şoför aynadan baktı ifadesiz bir şekilde ve "geldik işte, burası meydan" dedi.

Aynadan kızın yüzünü görebiliyordum. Gülmeye başladı kendi kendine. "Ben de amma abarttım haa" dermiş gibi bir ifade vardı yüzünde.
Ondan önce inip, hızla meydana yürümeye başladım.