Çarşamba, Ekim 14, 2009

Otobüs camından içeri giren güneş! Çabuk dışarı çık!

güneş resmi

Sabah sabah otobüsler de küçük çocukları görmek pek zordur. Ya onca kalabalığın arasında pek göze çarpmazlar ya da annesinin kucağında uykusuna kaldığı yerden devam ederler.

Neyse ki, güneşli bir gün rastladım bir tanesine. Tamam yine annesi vardır, evet kucakta gidiyordu. Ama bu sefer güneş de onunla birlikte gidiyordu. Gözlerine gelen ışığı eliyle kovuyordu. Annesine şunu dediğini duydum:

- Anne, gözüme güneş kaçıyor!

Aynı serzenişte bulunmama gerek kalmamıştı. İçimden geçenleri işte böylesine güzel anlatıyordu. Gözlerimizde hala çapaklar dolaşıyordu, göz kapaklarımız yine kapanmak istiyordu. Ağzımızı kocaman açıp şöyle güzelce esnesek ne olurdu? Derken, bir cevap duyuldu:

- Herkes gibi Güneş'de uyanmış. Herkes gibi herkese gülümsüyor.

Bu cevabı güneşten almışız gibi mutluyduk. Artık gözlerimiz kendiliğinden açılabilirdi. Gülümseyebilirdik.

Zaten öyle de oldu.

[resim: art.crazed]

Pazartesi, Temmuz 27, 2009

Nilüfer'e Açık Mektup


Sevgili Nilüfer,


Seninle ne zaman tanıştığımızı hatırlamıyorum, uzun zaman oldu. Her şehirlerarası ilişki gibi bizim ilişkimizde zor olacaktı, bu en baştan belliydi. Hele benim bu tür ilişkilerle ilgili rahatsızlığım göz önünde tutulunca belki de hiç dikiş tutmayacak bir şeydi bizimki... Yine de bir şekilde yürüdü, iyi - kötü, genelikle iyi... Bir ara kötü yola düştüğünü söylediler, gazetelere tvlere çıktın, hatta ailemden seninle görüşmemi yasaklamak isteyenler olduysa da ben yine de sevdim seni...


Fakaaat, artık herşey değişiyor, reform olacak demeye başladıktan sonra hiç değişmediğini görmek beni üzdü açıkçası, hatta derin yaralar bıraktı gönlümde... Bu ilişkiyle ilgili sana söylemek istediğim bazı şeyler var. Hiç istemem ama bunlar düzelmese belki de yollarımızın ayrılması gerekecek, belki de ben Kamil'e gitmek zorunda kalacağım. İşte listem:
  1. Gece yolculukları yastıksız olur mu yahu, derikoltuk yaptın da ne oldu. Gece yolculuklarında yastık istiyorum.

  2. TV koymuşsun koltukların arkasına pek güzel olmuş ama en az bir tane atyazılı film, 4 adet de radyo kanalı istiyorum.

  3. O Nilüfer Catering yazan kekler de portakal suyu da çok kötü, git anlaş birileriyle yahu. Kamil'e bak da örnek al. cık cık cık.

  4. Internetten alınan biletleri yine internetten ya da telefonla açık bilete çevirme şansı ver. Ne bu yahu bilet ipta edeceğim zaman mecbur şubeye gidiyorum. Hatta bunu artı bilet üteliğiyle alınan bütün biletler için uygulayabilirsin. Sonuçta artı bilet sistemine şifreyle giriliyor değil mi?

  5. Artı biletten kazanılan biletler de internetten alınabilsin, niye illa şubeye kadar yoruyorsun beni?

  6. Bolu Gökdemir Dinlenme Tesisleri ile olan arkadaşlığına saygı duyuyorum ama başka arkadaş mı yok sana yahu, yol ver gitsin.

  7. Kartal olsun, Kavacık olsun şehiriçi servislerin hareketi için 15 dakka beketme gecenin bir yarısında gelen yolcuyu. Hele başka yolcu gelmemesine rağmen bunu yapıyorsan ayıp sana. Yolculara en başta sorsan da güzelce planlasan şu servisleri ne güzel olur değil mi?

Şimdilik sana söyleyeceklerim bunlar Nilüfer. İyice düşün, bu arada ben de düşüneyim.

Senin.

Hüseyin

Kendi bloguma yazdım ama buraya da uyar dedim, can sıkıntısından böyle bir yazı çıktı idare edin artık:)

Salı, Temmuz 14, 2009

Kıtalar arası Hatlar..


Dün dolmuşta en önde oturuyorum, bildiğin Bostancı - Kadıköy dolmuşu. Dolmuştaki tarifede Bostancı - Taksim arasının kıtalar arası mesafe olarak gösterilmiş olması çok ilgimi çekti, ilçeler arasını anlarim, şehirler arası hatta ülkeler arası da olabilir ama kıtalar arası tarife kaç şehirde olabilir ki...

Perşembe, Haziran 04, 2009

İstanbul Metrosunda Bir Yakarış

Birkaç gün önce İstanbul metrosunda içler acısı bir olaya tanık oldum.

Metroyla 4. Levent'ten Taksim'e gidiyordum. Sanırım Gayrettepe durağından sonraydı, ayakta yolculuk eden bir adam durup dururken bağırarak insanlara seslenmeye başladı. Önce anlayamadım, bir şey satmaya çalışıyor sandım. Metroda satış yapan biri olsaydı benim bu konuda ilk tecrübem olacaktı, o yüzden biraz daha kulak kabarttım. Meğerse durum farklıymış. Adamın elinde bir fatura vardı ve "Allah rızası için biriniz şu faturayı ödesin" diye sesleniyordu tıkabasa dolu metroda. Çocukları olduğunu, işşiz olduğunu söyledi. Sonra ağlamaya başladı ve yavaş yavaş diz çöktü. İçim bir tuhaf oldu. Kimse yardım edemedi adama, ben de dahil. Biraz oturttular ve konuşmaya çalıştılar. Ama o adamın durumu böyle geçici çözümlerle düzelmez.

Ben bir öğrenciyim, ama eminim bir iş güç sahibi, bir işletme sahibi bir insan olsam o adamı oracıkta işe alırdım. Büyük konuşmak da istemiyorum aslında. Ama o kadar üzücü bir durumdu ki, bütün gün kendime gelemedim. Bir fatura için metrodaki insanlara yalvaranve diz çöküp ağlayan bir insan düşünün. Bir de "kriz teğet geçti de gitti" diyenleri.

"Kriz var mı gerçekten?" diyenleri sokağa davet etmek istiyorum. Zira saraylarda yaşadıklarını düşünüyorum.

Çarşamba, Mayıs 06, 2009

Dürbünle otobüs beklemece

Hikayemiz İzmir'den. Bora Bilgin'den. Süper fikirmiş:) Teşekkürler.

Ben bugün İzmir, Mersinli otobüs durağında elinde yeşil bir dürbünle otobüs bekleyen yaşlı bir adam gördüm.
Gelen otobüslerin numaralarına, otobüs daha uzaktayken bakıyordu.

Hizmet Almak İçin Hizmet Vermek

Kulaklık takıkken otobüste bir kavga, tartışma çıktığını hissediyorsunuz ve kulaklığı çıkarıp ne olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz ya(tabi sadece bu bloga yazmak için, yoksa meraklı değilim), işte o an o kavga sona ermişse hakkaten çok kötü hissediyorsunuz kendinizi. Merak ediyorsunuz, acaba yanımda benim gibi ayakta duran adama "Nooldu? Kavga mı çıktı? Kim kim? Ne dedi?" gibi sorular sorsam mı diye düşünüyorsunuz. Ama sormuyorsunuz tabi ki. Saçmalamayınız. Bu olay başıma 2-3 kere geldi. Kim bilir neler kaçırdım...

Ama bugün şanslıydım. Çünkü olay çıkaran adam tam yanımdaydı. Orta kapıdan otobüse bindi ve ben de oralarda yine kulağımda kulaklıkla takılıyordum. Aslında olay çıkarma doğru tanım değil bu adamın yaptığını tanımlamak için. Çünkü öyle sakin bir tavrı vardı ki. Sanırsın çalım atan Ergün Penbe. Öyle tepkiler veriyordu. Neyse, konuya dönelim. Bu adam otobüse orta kapıdan bindi. Otobüs çok dolu, insanlar tıkış tıkış. Normalde orta ve arka kapıdan binenler ne yapar? Muavine doğru para veya akbil uzatır. Bu adam hiçbir şey uzatmadı. Muavinin sesini duyar gibi oldum. "Eveet ücretleer" demiş olmalı. Yaşlıca bir amcaydı. Baktım günün kahramanında bir hareketlenme yok. Kulaklığı çıkardım. Üstelik çok da sevdiğim bir şarkı(RATM - Killing in the name) çalıyordu. Buna rağmen olayı kaçırmak istemedim. Adam gülümseyen bir suratla "Hizmet mi veriyorsunuz ki para veriyim?" dedi. "Şu otobüsün haline bakın, insan taşıması için yapılmış bu araç. Hayvan değil. Bana doğru düzgün hizmet ver ben de sana hakettiğin parayı vereyim." dedi. Çok sağlam konuştu adam. Öyle ki muavin hiçbir şey diyemedi. Baktı baktı, cevap vermekten vazgeçti. Sonra otobüs de etkilendi adamdan. "Şuraya bak ya daha çok otobüs koysunlar", "almasın artık kimseyi", "tıklım tıklım doldu otobüs böyle iş mi olur?" lafları konuşulmaya başlandı otobüsün farklı noktalarında. Sonra bir durağa geldik, yine orta kapıdan bir genç çocuk bindi. Elinde akbili var. Bizim lider ruhlu adamımız ona da müdahale etti. "Bu otobüste para almıyolarmış, ben vermedim sen de verme." Çocuk inanır gibi oldu önce. "Gerçekten mi? Neden ki? Olmaz ki öyle şey." tarzı laflardan sonra akbilini uzatmaya karar verdi. Fakat günün adamı yerinde durur mu? Çocuğa da anlattı bu protestosunun nedenlerini, hizmet almak istiyorsan tepki göstermen gerektiğini. Ama çocuk "Yasalara uymadan yasa beklenilmez. Uymak zorundayız." tarzı laflar edip olayı çoook başka boyutlara getirdi.

Ben ise oldukça eğlendim bu muhabbeti dinlemekten. Ben de böyle bir adam olabilsem keşke, otobüslere para vermesem bu sayede keşke. Bütün bir otobüsü istediğim yönde düşünmelerini sağlasam keşke. Ah ah. Ah be abi. Süpersin sen :)

Salı, Nisan 28, 2009

Şişhane Metro

ilk kez bindim bugün, Taksim'de aktarma yaparak. Şişhane'ye yaklaşırken hoparlör'den ses geldi:
-Şişhane' bu yöndeki son istasyonumuzdur.
Bu kaydı yapanlar Şişhane'nin o hat için ilk ve son durak olduğunun farkında mıydı acaba.

Metrodan indikten sonra bir km falan yürünüyor heralde güneşi görmek için. ama çıkarken bir oda gördüm ki evlere şenlik bir yazı kapısında, makina yoktu yanımda maalesef:
- köpek var girilmez!
metro, köpek, ben kimim Allah'ım, burası neresi???????

ters

Tramvayın ters koltuklarından birine oturan adam ve kucağındaki 2-3 yaşındaki kızı:
-Baba bu niye arkaya doğru gidiyoooooo???
*:)))))))))))
Kızını kucağından indirip tramvayla aynı yönde olacak şekilde konumlandırdıktan sonra:
*Bak şimdi düz gidiyor.

Pazar, Nisan 19, 2009

Anne Burdan Hiç Otobüs geçmiyo


Yer Beşiktaş otobüs durağı. Kahramanımız annesinin yanında duran 5-6 yaşındaki çocuk. Duraktaki panoda duraktan geçen otobüslerin gösterildiği kısmın boş olduğunu görünce:
Anne burdan hiç otobüs geçmiyomuuuşşşşşşşş
Ben bakıp gülünce en sevimli haliyle:
şey yani geçiyo da üstünü kağıtla bantlamışlar...
:)

Perşembe, Mart 19, 2009

Sen İstanbul'da yaşamıyo musun?

Anadolu Yakasındaki Metrobüs'e ilk binişim, minibüsten in, üst geçitten geç, oradan yürü, derken kavuşuyorum sonunda. En sevdiğim şey bileti turnikede aldığınız için metrobüsün tüm kapıları sizin için biniş kapısı.. (Eskiden kapıların üstünde binilir, inilir yazıyodu, artık yok di mi?)
Orta kapıdan biniyor, oturacak yer olmasada kabalık olmayan otobüsün orta kapısının karşısında duruyorum. Bir yandan da elimde çantamdan çıkardığım aynayla rüzgardan dağılan saçımı başımı düzeltiyorum.
Derken yaşlı bir amca biniyor, kendisine yer veren genç adamın teklifini önce kabul etmeyip, diyor ki, yok yok, ben Ömür durağında inicem. Bu arada biz daha Acıbadem'deyiz. (Bilmeyenler için Anadolu yakasından Bahçelievler Ömür metrobüsle bile olsa yarım saatten fazla sürer yani) Neyse sonra oturuyo ve önünde ayakta duran çocukla sohbete devam ediyor.

- Ben Ömür durağında inicem.
- Tamam bu karşıya geçiyo zaten.
- Tamam ama Ömür durağında inicem.
- Peki
- Sen Ömür Durağını biliyo musun?
- Hayır bilmiyorum.
- Sen İstanbul'da yaşamıyo musun?
- İstanbul'da yaşıyorum.
- Peki Ömür Durağını nasıl bilmezsin.

Orada oturan başkaları anlatıyor, amca şurda inicen aktarma yapıcan diyo ama amca hala sorgular gözlerle adama bakıyor, genç adam amcadan tırsıyor.
Sonuç mu?
Adam benim durduğum yere doğru ilerleyip amcadan kaçtı, teyzeler amcaya nasıl gideceğini anlatmaya devam etti, ben aynama baktım...

Çarşamba, Mart 18, 2009

pecemenk mi pezemenk mi

Bugün bizim Savaş'la taksiye binip Maslak'taki işimizi halletmeye gittik. Giderken bindiğimiz taksinin şoförü, konu nasıl açıldı hatırlamıyorum ama muhabbeti bir yerden getirip küfür etme ihtiyacı hissetti ve 'pezemenk yahuu' diye bir cümle kurdu.

Dönüşteki takside de, adamın ağzı bir açıldı ve öyle bir gaza geldi ki... Küfürün bini bir para idi ve adam çok zengindi! Tüm parasını küfüre harcadı ve o sırada 'pecemenk herif hala dışarıda geziyo a.... k....' gibisinden bir cümle kullandı.

Karar verelim, hangisi doğru acaba: Pecemenk mi, pezemenk mi?

Pazartesi, Mart 16, 2009

Parklanma

Fotoğrafını çekip koymak istedim ama nasip olmadı yazayım bari dedim. Mecidiyeköy'de Teknosa'nın önündeki durağa yapıştırılan duyuru da şöyle yazıyor:
XYZ aracı saat 20.00 dan sonra Profilo AVM bölgesindeki aşırı parklanmadan dolayı vs vs
kelimesi kelimesine hatırlayamadım ne yazdığını ama İETT'yi Türkçemize parklanma kelimesini kazandırdığı için tebrik etmek lazım:)

Cumartesi, Mart 14, 2009

mothandmoth

Salı, Mart 10, 2009

Sürüş cihazlarıyla oynamaca


Yukarıda görünmesi gereken fotoğraf, bir halk otobüsünden çekildi. Orada şunlar yazıyor: (Görünmüyor tabii ki, zorlamayın gözlerinizi)

Başlık: Güvenli bir sürüş için uyulması gereken kurallar

1. (Unuttum)
2. Sürüş cihazlarıyla oynamayın.
3. (Unuttum)

Bu arada durağımız gelmiş, küt diye kapı açıldı ve 'hadi oğlum' deyip kolumdan tutup çekip indirdikleri için bu fotoğraf böyle bulanık kaldı. Fotoğraftan ötürü midesi bulanan olursa, sıcak su içsin.

Salı, Mart 03, 2009

Metrobüs geldi, hoş geldi..



Artık Anadolu Yakasında...

Pazartesi, Mart 02, 2009

Deniz Otobüsü'nde Guitar Hero Vardı

Bugün.

Yolculuk Bostancı'dan Bakırköy'e.

Guitar Hero oynadım, bütün yol hem de. O 50+ dakikalık yolculuk öyle muhteşem geçti, öyle muhteşem geçti.

Anlatamam.

Pazar, Mart 01, 2009

Makinist Taahhüdü


Kaptan senin de bi taahhüdün var mı? Yoksa blogu bulduğunuza şükredin mi dersin:)
Hazır makinistten bahsetmişken vatmanlara da bir şiir armağan edeyim:)
hep karşıya bakar
cigara içmez
vatman
ömür adamdır.

orhan veli

Perşembe, Ocak 29, 2009

Takside sigara içmek

"12'de buluşuruz" demiştim arkadaşa.
Çıkarken saate baktım 12 idi. 'Eyvah geç kaldım' derken taksiye binmeden önce bir sigara daha içeyim dedim. Üç dakikalık mesafe olduğu için karşıdan karşıya geçerken sigarayı söndürmeye niyetlendim. Taksici, inmiş arabadan; beni görünce arabaya yöneldi.
- Atma abi sigarayı, dedi sigarayı binmeden önce atacağımı hissettiriyorum demek ki dedim kendi kendime.

'Enteresan' dedim içimden 'taksilerde sigara içmeyeli baya bir zaman olmuştu'.

Ön koltuğa oturdum, elimde sigara. Açtım camı, ki içeriye doluşmasın duman.

- Siz de içiyor musunuz arabanın içinde, diye sordum şoföre.
- Benim arabada hep içilir, dedi bıçkın halde.
- Ben hiç takside sigara içti/içirtti diye ceza kesilen taksi duymadım ama siz etraftan duymuşsunuzdur belki. Hiç olmadı mı böyle bir olay, diye sordum.
- Yok abi, dedi, hiçbir taksici arkadaştan duymadım böyle bir şey. Ceza meza kim kesecek, dedi.

Sigara içe içe gittik. Daha sigara bitmeden gideceğim yere gelmiş oldum. Attım sigarayı camdan (çevre bilinci=sıfır imajı). 'Hayırlı işler' dedim. Gitti.

Böyle sigaraya izin veren bir taksi şoförüne daha rastlar mıyım bilmem. Plakasını almadım da zaten. Belki size de denk gelir bir gün. Rahatınıza bakın.

Salı, Ocak 27, 2009

Taksici vs. 5 Kişi

İlk yazımı bloga ismini veren bir "otobüs" hikayesiyle yazmak isterdim. Kısmet bir taksiyeymiş...

Maslak'ta çalışan ben ve 4 arkadaşım(toplam 5 oluyoruz dikkat), öğle arasında yemek için İstinye Park'a gidelim dedik. Servis ortalıkta yoktu, araçla 5 dakikalık mesafe olduğundan yol kenarında bekleyen taksiye atladık.

Şoför "Ben 5 kişi almam." dedi. "Yasak."

Biz birbirimize bakarken inmeye razıydık. Ama şoför aracı çalıştırdı, yola koyuldu. İçimizden "Oh götürüyo galiba eheh." nidaları geçti bir an. Fakat şoför yol boyunca nasıl bir manyak olduğunu bizlere gösterdi. Dikkatinizi çekerim, 5 dakikalık bir mesafede oluyor bunlar.

Şoför Şov:

*Ben 5 kişi almam.
*Yasak zaten.
*Hiç 5 kişi almadım taksime. Almam ki.
*Hayır ya ceza yazsa polis.
*Almam ki 5 kişi.
*Amörtisörler de patlayabilir.
*Bu araç 5 kişi almaz yani ısrar etmenin anlamı yok.
*5 dakika mesafe olması farketmez ki, 5 kişisiniz bir kere.
*Araç 4 kişilik, 5 değil. Olsa alırım.

- Abi geldik tamam. Taksimetreyi de açmadın(Bu da ayrı ve ilginç bir detaydır:) ama burası en fazla 4TL tutuyor. Buyur 5TL.

*Hayır ben 5TL almam demiyorum 5 kişi almam diyorum.
*Almadım hiç.
*5 kişi bir taksiye binebilir mi?
*Allah bereket versin.
*Güle güle gençler.


Gün boyu eğlencemiz oldun 5'e takmış şoför amca. Nesin sen ya? :)

Bu arada "5" rakamının bu olayda ruhani bir etkisi olduğunu düşünüyorum...

Pazartesi, Ocak 19, 2009

Eksero Eksero

FriendFeed'de yorum olarak aktarılan bir itiraf getirdi aklıma. Olay Pendik dolaylarında bir minibüste geçmektedir. Olayın kahramanlarından olan abimizin ağzından naklediyorum:
Şoförün iki sıra arkasında oturuyorum. Orta yaşın biraz üzerinde iki abla bindi minibüse. Önümdeki koltuğa oturdular ve başladılar Rumca (Trabzon'un bazı köylerinde konuşulmakta olan orjinal Rumca'dan biraz farklı bir dil. Pek yaygın değil) bir şeyler konuşmaya. Birini çekiştiriyorlar. Ablalalardan birinin ağzı baya bozuk, konuştuklarını benim anladığımdan habersiz çekiştirdikleri kadına verip veriştiriyor. Çaktırmamaya çalışıyorum ama bazen öyle orjinal küfürler (edenin yaratıcılığından mı dilden mi kaynaklanıyor bilmiyorum çok acayip küfürler vardır Rumca'da) ediyor ki abla, ister istemez gülüyorum. Diğer abla farkeder gibi oluyor ve küfürbaz ablaya "şu adam galiba anlıyor" diyor. Küfürbaz abla şöyle göz ucuyla bana baktıktan sonra "şeyini şettiğim şeyi nerden anlayacak" diye bana da giydirip kaldığı yerden devam ediyor kalaylı çekiştirmeye. İneceğim yere geldiğimde yerimden doğruldum ve üzerime düşen vazifeyi gerçekleştrmek üzere ablalara döndüm "eksero eksero (anlıyorum anlıyorum)" deyip indim minibüsten.

Salı, Ocak 13, 2009

Genç dimağlarda bir Hülya Avşar sorunsalı

Malum çocuklar, özellikle de 4-6 yaş civarında olanlar, hayatı anlayabilmek için habire ebeveynlerine ahret soruları sorarlar. Bu sorular evde falan sorulduğu zaman iyi hoş ama otobüs gibi bir toplu taşıma aracında, bir de bağıra çağıra sorulduğu zaman insanı rezil edebiliyor.

Nasıl mı oluyor? Şöyle:

Yıl 2003. Akşam işten çıkmış, kendimi Zincirlikuyu'dan Beşiktaş yönüne giden ilk otobüse atmışım. Oturduğum koltuğun hemen karşısında yüzü bana dönük şekilde bir baba ve kucağında da 4-5 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim oğlu oturuyor. Çocuk pek şeker, pek sevimli.

Otobüs hareket etti. Çocuk, önünden geçtiğimiz her yerle ilgili, otobüse binen her insanla ilgili birşeyler soruyor babasına. Hem de taramalı tüfek gibi. Derken arada şöyle bir kupe yakaladım (Ç = Çocuk, B= Baba):


Ç = Baba duvayda ne yazıyo? (Otobüsün durduğu duraklardan birinin arkasındaki duvara Nuri Alço yazılmış)
B = Nuri Alço oğlum.
Ç = Baba bu Nuyi Alço kim?
B = Alçak bi adam oğlum.
Ç = Heee (Cevap pek tatmin etmese de, ilgisi hemen yan koltukta oturan adamın elindeki gazeteye kayıyor. Gazetede Hülya Avşar'la ilgili bir haber ve kocaman da bir resim var.) Baba bu kim?
B = Hülya Avşar oğlum.
Ç = Baba Hülya Avşar'ın memeleri niye büyük?
B = Şşşşt hop, ayıp len
Ç = Heee ehü ehü ehü

Hemen akabinde otobüste bir kahkaha tufanı kopuyor. Fırsat bu fırsat deyip indim ben direkt otobüsten.

Trende Türk usulü açık büfe

Baktım habire otobüs dolmuş yazısı çıkıyor, bir tren macerası yazayım da araya renk olsun dedim.

Ankara - İstanbul arası tren yolculuklarını çok severim. Binbir çeşit insan görmek, trenin sesini duymak, yemek vagonunda Tekel birası keyfi falan nefistir.

Yine böyle bir yolculuğa çıkmak üzere sabah saat 8 küsur gibi İstanbul'dan Ankara'ya giden bir trene bindim. Zamanını hatırlamıyorum ama çok kalabalık yok. Orta yaşın biraz üzerinde bir teyze de geldi tam karşımdaki koltuğa yerleşiyor. Yerleşiyor diyorum, çünkü bu süreç elindeki bilimum torbadan dolayı epey uzun sürdü. Hatta devasa büyüklükteki torbalardan birini üstteki bölmeye sığdıramadığı için koridor tarafına, koltuğunun yanına koydu.

Neyse, teyze nihayet helâk olmuş vaziyette oturdu yerine. Ben de yan gözle izliyorum kendisini. O an yakalandım. Teyze hemen muhabbet açtı. Haliyle ilk soru şu: "Yolculuk nereye?". "Allah" dedim içimden "Çok eğlenceli geçecek yolculuk". "Ankara'ya" dedim. Bu arada koridordan geçip yerini bulmaya çalışanlar da teyzenin torbaya takılıp takılıp duruyor.

Daha ikinci soru gelemeden "Sizin şu torbanızı bizimkiyle beraber yukarı koysak da geçenler çarpmasa" dedim. Teyze, "Bu gençler de hiçbirşey bilmiyorlar" edasıyla "Turşu var onda turşu, düşer kırılır falan" diye cevap verdi. Ama hemen akabinde ayağa kalktı, torbayı özenle benim koltuğun arkasına yerleştirdi ve yerine oturdu tekrar.

Bu arada tren hareket etti. Teyze bu sefer de çantasından çıkardığı bilimum meyva, poğaça gibi besin maddelerini sunmaya başladı "Ay bu da var istersen, yok sevmem diyosan şu da var". O kadar da ısrarcı ki fırsat versem hemen orada börek açıp dolma saracak. O kadar ısrar üzerine kıramayıp bir tane poğaçasını almayı kabul ettim. Güzeldi de açıkçası, eline sağlık.

Teyze o ilk heyecanın etkisiyle bir süre sonra uyuklamaya başladı. Bu arada yanında da her an kullanıma hazır bir şemsiye duruyor, ikide birde dizime düşüp gıcıklık yapıyor. Dedim ki "Ben en iyisi bir fırsatını bulup yemekli vagona kaçayım." Kaçtım da. Orta şekerli bir Türk kahvesi söyledim kendime, bir iki saat öyle geçti. Ama yapacak birşey yok, dönüp dolaşıp gideceğim yer gene teyzenin karşısı.

Gittim haliyle. Teyze neredeyse bütün ailesini anlattı, kim nerede çalışıyor, kaç yaşında, kiminle evli, kaç çocuğu var, Ankara'ya niye gidiyor vs. vs. Epey bir zaman geçti, yoruldum tabii. Uyudum uyuyacağım, teyzeye tek gözle bakıyorum. Akabinde dalmışım.

Yolculuğun sonuna doğru uyandım. Teyze hemen farketti tabii. Kalktı yerinden, koltuğumun arkasına koyduğu naylonu aldı, içinden bir turşu kavanozu çıkardı. "Al, al" diye ısrar ediyor. Dedim ki "Arkadaşıma gidiyorum, midesi rahatsız, yiyemez, zaten çok kalmayacağım, yazık olmasın". Uzun uğraşlardan sonra ikna etmeyi başardım.

Zaten o arada da tren Ankara Garı'na giriş yaptı. Millet inmeye başlayınca, teyze de hareketlendi. Önce kaçsam mı fırsattan istifade diye düşündüm, ama sonra vazgeçtim. Yüklerini trenden indirip gar çıkışına kadar taşımasına yardım ettim. Teyze de bana el işi ufak bir havlu verdi hediye olarak, kendi yapmış. Çok hoşuma gitti. Hâlâ duruyor evde.

Türk insanının bu paylaşımcı ruhuna bayılıyorum. Özellikle de orta yaş üzeri teyzelere. Annem gibi valla, habire birilerini doyurma derdindeler :0)

Salı, Ocak 06, 2009

Hava neden soğuk?

Kar yağdığı geçtiğimiz haftalarda Mecidiyeköy'den bir taksiye bindim. Klimadan dolayı içerisi yanıyordu, dışarıda yediğim soğuktan sonra iyi gelmişti. Taksici, bıyıklı, hem cüsse hem de karakter olarak ağır bir abi :) Tabi bindiğimde hemen klasik bir diyaloğa girdim taksici ile, işte maksat muhabbet olsun bizimki.

Ben : Beşiktaş iskele.
T: Hemen yeğeenim.
Ben : Uuuvvv hava çok soğuk valla.
T: Öyle.!
Ben : Nasıl iş oluyor mu karda kışta?
T: Eh işte.. Hava soğuk diyorsun?
Ben : Evet! Değil mi? :s
T: Soğuk, peki hava neden soğuk?
Ben : İşte dünyanın güneş çevresindeki dönüşü, yeryüzü ısısı yani mevsimler vs.. (saydım saydım, ben saydıkça o "cık, deel" sözleriyle renk kattı sağolsun)
Ben : Peki hiç biri değil, neden soğuk? (ve beklenmeyen cevap içeriyi iyice soğutur..)
T: Sıcak değil de ondan!
Ben : Hmm, peki hava sıcak olduğunda da soğuk olmadığı için mi?
T: Kavradın sen bu olayı.. Zeki çocuksun..

Nasıl yaaaa, Nasıl? :s

Mynetçi taksici

Dün Bağdat Caddesinden toplantım sonrası, 45 yaşında, ilk okul mezunu (kendi ifadesi ile 7 yıl üniversite gibi ilk okul okumuş) yeni dede olmuş emekli bir taksiciyi çevirdim. Trafik nedeniyle 2 saat 45 dk süren seyehatimiz boyunca taksici ile oldukça koyu sohbet ettik.

İlk önce, sigarası bittiği için en yakın tekelde durarak bana sigara aldırdı. Macera başlıyor heyecanıyla bu ricasını kırmadım. Hem benim de canım sigara çekmişti. Sonrası da konu bir şekilde ne iş yaptığıma gelince internet reklamcılığı işi ile uğraştığımı söyledim. Açıkcası kendisinden beklemediğim cümleler döküldü ağzından

- Yahu evladım ben Mynetçiyim. Siteye her girdiğim de sayfanın ortasını kaplayan bazen de siteye girmemi engelleyen reklamlar çıkartıyorlar. Ben de hemen sayfayı tekrar çalıştırıyorum (refresh ediyor). Bu adamlar neden ısrarla bunu yapıyorlar anlamış değilim.

Valla bilmiyorum amca diyebildim sadece:)