Ankara'ya gelişimin henüz ilk ayını bile çıkmamış. Beynimi tam kapasite çalıştırıp bütün şehri öğrenme telaşı içindeyim. Ama öğrendiğim semtler listemde yarım bir Bahçelievler'den başka bir şey yazmıyor henüz.
Bir şehrin kaybolmadan öğrenilemeyeceğini hep savunurum. O yüzden yanında şehri tanıyan biriyle gezerek, o yolların ve raconların akla kazınmasını beklememek gerek. O çamura gireceksin, o telaşa düşeceksin, soğuk terler döküp tövbeler edeceksin, iç sesine küfürler öğreteceksin... Bak bakalım unutuyor musun bir daha o yolları?
Ben de o zamana kadar Ankara'yı, ancak yanımda ablam olduğu halde tanıyorum. Ve sonunda artık kaybolma zamanımın geldiğini düşünüyorum.
Bir gün okul çıkışında eve değil de Kızılay'a gitme kararı alıyorum. Önemli bir karar vermiş olmanın güveni bana acayip tripler pompalıyor. Tomb Raider edasıyla atlıyorum servise. Şoföre "Kızılay'a çek, çabuk!" diyorum. Şoför amcadan "dörtte kalkir servis, az bekle" cevabını alınca kendime dönüyorum. Dört geliyor, hareket ediyoruz. O Köy Hizmetleri binası senin, bu Diyanet İşleri binası benim, çirkinliklerine henüz alışamadığım yapı manzaralarını izleyerek Kızılay'a varıyorum.
Kızılay başımı döndürüyor. Dost'tan çıkıp Bilim ve Sanat'tan fanzin topluyorum. Elim kolum dolu kafe keşiflerine çıkıyorum. Nerenin çalışanları daha samimi, nerenin müzikleri daha bana göre hepsini tek tek öğreniyorum.
Akşam oluyor. Metro istasyonunu bulup içeri giriyorum. Soğuk terler sırtımdan dökülmeye başlıyor. Çünkü metroya ilk kez kendi başıma biniyorum! Öncelikle biletim yok. Bilet almalıyım. Öğrenci pasomu henüz almadım, buna rağmen öğrenci bileti alabilir miyim acaba? Bilet ne kadar diye sorarsam Ankara’da öğrenci olmadığımı zannederler mi? Hadi bileti aldım, o kartı makineye sokup çıkarırken sorun yaşar mıyım? Gören olur mu? Ya turnike açılmazsa, olur mu olur. Özet olarak, kendimi bin yıllık Ankaralı gibi hissetmek, kimseye bu işlerin acemisi olduğumu göstermemek istiyorum. Bu yüzden de, zaten ördek kıvamında olan ben “şaşkın ördek” mertebesine yükseliyorum.
Metro ve Ankaray hatlarının kesiştiği duraktır Kızılay. Ankaray hattı için, turnikeyi geçtikten sonra sağ ve sol taraflardan aşağıya inen merdivenler vardır. Trene bu merdivenlerden iner, sonra bir merdiven daha iner öyle binersiniz. Karşı tarafta, yolun karşı tarafındaki girişten gelenler için, yine giriş ve çıkış turnikeleri vardır. (Baktım anlatamayacağım çizeyim dedim. Baktım çizemiyorum, anlayanlar anlamayanlara anlatır artık diye düşündüm. Lütfen aşağıdaki çizimden, benim resim kabiliyetim hakkında sonuçlar çıkarmayınız. Photoshop bu, bilmeyenin elini 2 yaşındaki haline döndürüyor. Resim, üzerine tıklayıp büyütünce daha iyi görülüyor.)

Ben bu telaşe içerisinde gidiyorum, bir tam bilet alıyorum kendime. Sorun yok. Turnikeye bileti sokuyorum, bana geri veriyor, geçiş açılıyor. Sorun yok. Ama bundan sonrası ne? Bilmiyorum. Sağ ve sol taraflara da bakmıyorum, bakıyorum da görmüyorum koca koca merdivenleri. Yahu, birkaç kere de bindim bu trene, insan bir dikkat etmez mi nereden varılıyor hedefe diye? Burası da pek tren geçecek bir yere benzemiyor. Ray yok, tünel yok, daha çok büyük bir hol gibi. Tenha bir saatti demek ki, koyun gibi takip edebileceğim gelip geçen birileri de yok. Zaten bekleyecek mecalim de kalmamış. Zira orada bulunan herkesin beni izleyerek ‘işte bir hıyarloti daha’ deyip ‘nıhaha haha haha’ diye güldüklerini zannediyorum.
Bütün bunları düşündüğüm birkaç saniye içinde karşıda, benim girdiklerimle aynı olan turnikeler gözüme çarpıyor. ‘Herhalde’ diyorum kendi kendime, ‘başka bir yol olmadığına göre buradan çıkılıyordur.’ Gidiyorum, karşıdaki çıkış turnikelerinden bir güzel çıkıyorum. Aslında metronun yeraltından gittiğini, mantık olarak trene varmak için bulunduğum yerin aşağısına inmem gerektiğini biliyorum. Ama aklımı adrenalin kaplamış bir kere. Gidip oradaki merdivenlerden birinden yukarı çıkıyor ve kendimi yine Kızılay’da buluveriyorum!
Şimdi, Kızılay’dan Ankaray’a bineceğim her zaman, o merdivenleri görünce gülümsüyorum. Halbuki o kadar büyük ve o kadar meydanda duruyorlar ki, hala nasıl olup da göremediğimi anlamıyorum. Asıl komik olan, kendimi Kızılay’da bulunca ‘amaaan’ deyip, bir şey olmamış gibi tekrar gezmeye devam etmemdir. Kızılay’dan Kızılay’a gittim ben o gün.