Cuma, Aralık 01, 2006

Şey... benim bir kız arkadaşım var... yani nişanlım

Bakırköy Taksim arasının neredeyse bir buçuk saat sürdüğü, yoğun trafikli bir saatte, bu güzergahtaki otobüslerin birinin içinde ben de vardım. Başka yer olmadığı için şoförün arkasındaki sıkışık koltuklardan birine oturmak zorunda kaldım. Sonunda mideme, otobüste kitap okurken bulanmaması gerektiği üzerine verdiğim eğitimin meyvelerini topladığım güzel, güneşli bir gündü. Derken otobüs normal olarak bir sonraki durakta durdu. Genç bir adam bindi. Elinde kocaman, ama öyle böyle değil, bir boy büyüğüne çelenk denecek kadar kocaman bir çiçekle geldi, benim o sıkışık koltuğumun yanındaki sıkışık koltuğa oturdu. Ama ben bu kısımları görmedim, çünkü midemin bulanmamasını fırsat bilerek okuyabildiğim kadar çok okuyordum kitabı. (‘Çok okumak da ne ola ki’ diye sormayın. ‘Fazla yoğunlaşmak da denebilir’ derim sonra.) Benim dikkatimi çektiği dakika, telaşının ve huzursuzluğunun benimle alakalı olduğunu hissettiğim dakikadır. Eh, ben de huzursuzlandım tabi. Neyse, sonunda kafasında o zor kararı verdi ve bana döndü:

Bölüm 1
-Ya, kusura bakmayın... yani rahatsız ediyorsam. Ya... ben bir şey sorabilir miyim size acaba?... Yani danışabilir miyim desem daha doğru olur aslında. Hani siz de böyle genç bir hanımsınız ya... (Ben: Evet buyrun?)
Şey... Şimdi ben (diyerek anlatmaya başladı öyküsünü. Temiz yüzlü, iyi bir çocuğa benziyordu.) Benim bir kız arkadaşım var. Aslında nişanlım sayılır. Yani biz bir süredir beraberiz. Annesini falan da tanıyorum. İki gündür cevap vermiyor telefonlarıma. Ne yaptıysam ulaşamadım. Çiçek aldım, iş yerine götürüyorum şimdi ben bunu. İki gün önce tartışmıştık biraz, ondan mı acaba? Ama hiç önemli bir şey değildi ki, anlamadım ben de. Biz... Bizaltı aydır çıkıyoruz şimdi kardeş.

Bölüm 2
-Zaten hemen annesiyle tanıştırdı beni. Çok güzeldi ilk günler. Hep gezdik eğlendik. Ben ona hep baktım. İyi değildi durumları. Borçları vardı. Benim de durumum fena değil, söylemesi ayıp. Allah’a şükür kazanıyoruz işte biraz... Bir gün dedi ki, ben evlenmek isterim seninle ama çeyizim bile yok, utanırım. Dedim ki, olur mu öyle şey? Fakir dostuyumdur söylemesi ayıp, hem seviyorum çok. Birkaç çeyizlik aldık. Sonra borçları vardı, annesinin sigortası falan. Ödedim ben hep. Baktım ben bunlara.

Bölüm 3
-Baktım ama hiç gocunmadım. Seviyorum kardeş. Neyse, iki gündür ses çıkmayınca merak ettim. Dün evlerine gittim. Kimse yok. Kapı duvar. Annesi falan da yok. Bugün yine giderim. Ama önce bir çalıştığı yere gideyim, şu çiçeği vereyim, belki affeder. Yani...artık neyi affedecekse bilemedim ben de. İyi yapmış mıyım sence? Hoşuna gider değil mi bu çiçek?

Tam olarak ifade edebildim mi bilmiyorum ama özetle şunu söyleyeyim. Birileri çok pis dolandırmış bu çocukcağızı. O kadar bariz ki söylediklerinden. Açıkçası bir an söylemek üzereydim. Ama dilim varmadı. Hem, daha bunu anlayacak duruma gelmemişti, çok sevdiği kız aradaşına hakaret ettiğimi falan düşünebilirdi.

Otobüsten indikten sonra bir süre yürüdük beraber. Ayrılırken onu dinlediğim için çok teşekkür etti. İş yerinin adresini verdi bir çayını içmem için. Zor tuttum kendimi gidip ne olduğunu öğrenmemek için. Gitmedim tabi ki. Üzülmüştüm yahu, hiç böyle şey yapılır mı? Cık cıklayarak bitirmek istiyorum yazımı o gün yaptığım gibi.

1 yorum:

blacklebron dedi ki...

oha ve oha ya!
yazık olmuş gençmiş hem ..