Çarşamba, Eylül 13, 2006

Otobüs Hikayesi - Klima ve Telefon

İki gün önce otobüse bindim. Hani şu yeni Mercedes'lerden. Klimalı olanlar. Yere yakın. Koltuk sayısı az olanlardan. (E yeter be, konuya gir.)

İlk duraktan bindiğim için oturdum. Bakırköy'deyiz. Açtım, kitabımı okumaya başladım. Kitabım derken, benim yazdığım kitap değil tabi. Ama kitap bana ait, o yüzden kitabım diyorum. Para verip aldım. (Tamam anladık, uzatma.)

Motor çalışınca, şöför klimayı da açtı tabi. Hava çok sıcak değildi o gün, ama iyi geldi bana, üzerimdeki yağmurlukla soğuk hava birbirini çok güzel dengeliyordu. O sırada, arkadan bir kadın sesi yükseldi. "Şöför beeey, klimayı kapatır mısınız, hava zaten soğuk."
Klima anında kapandı. E tabi ben de yağmurluğumu çıkardım üzerimden. Otobüs hareket etti, ben hâlâ kitabımı okuyorum. Dedim ya, ben yazmadım o kitabı ama para verip aldım, o yüzden benim kitabım. (Düğmeye basıp indirecem ama seni otobüsten.)

Bir süre sonra klima yine açıldı. Ben kitabımı okumaya devam ediyorum. Yola çıktık ve ilerliyoruz. Aradan yirmi dakika kadar geçti mi bilmiyorum ama otobüste bir gürültü çıkmaya başladı. Kafamı kitaptan kaldırıp ön tarafa baktım. Şöförün yanında dikilmekte olan yolculardan biri, şöför ile bağırarak konuşuyorlardı. Ses "rabarba" olarak geliyordu kulağıma ama görüntü bir "inatlaşma" görüntüsüydü. Huysuz bir genç adam, şöför ile inatlaşıyordu. Neye inatlaştıklarını anlayamadım ama huysuz adamın yalnız olmadığı çıktı ortaya. İki kişilermiş. Şöför bir yandan otobüsü kullanıyor, bir yandan da adama derdini anlatmaya çalışıyor ama adamın dinlediği yok. Otobüsten kendisine destek çıkar mı diye etrafına bakıp duruyor fakat kimse adamdan yana çıkmıyor.
En sonunda yolculardan biri patladı: "Ya kardeşim, şöförü rahat bırakın inatlaşmayın, adam hem otobüs kullanacak hem de sizinle mi uğraşacak" deyince şöföre destek arttı.

Genç adam, "kötü adam" durumuna geldi bir anda. Yanına diğer arkadaşını da alarak, şöförü tehdit etmeye başladı. "Tanıdıklarım var benim, işsiz bırakırım seni" gibisinden bir inatlaşma başladı. Şöför de "ne yaparsan yap, yeter ki sus" dedi.

Peki genç adam n'aptı? Tuttu, telefonu açıp biriyle konuşmaya başladı. Otobüs ani bir fren yaparak kenara çekti ve şöför yerinden kalkıp bu genç adamın yanına geldi. "Kardeşim sen bana kaza mı yaptıracaksın, görmüyor musun, bu otobüste telefonda konuşmak yasak" demez mi?

Adam, şöförü hiç iplemeyerek konuşmasına devam etti. Şöför artık iyice kızmıştı. Yolcular da şöförden yana çıktı ve gürültüler başladı. "Kapatsana telefonu, yasak kardeşim", "İnadına yapıyor", "şuna bak, şöförü hiç iplemiyor bile" benzeri yorumlar gelmeye başladı. O sırada, klimanın kapatılmasını isteyen kadının kim olduğunu gördüm. Çünkü konuya direkt olarak başka bir boyuttan girdi:
"Lütfen şöför beyi rahat bırakır mısınız?" diyerek. "İnsanlar evine gitmek istiyor, oyalamayın lütfen şöförü" dedikten sonra ekledi, "şöför bey, siz de şu klimayı kapatır mısınız artık?"

Kadının üzerinde, kürklü bir mont vardı ve klimayı kapatmasını istiyordu bu hengamede.

Yanımdaki adam ise, beni güldüren cümleyi kurdu: "Ya bu kadar da duyarsız olunmaz ki, telefonu kapat diyor, adam hâlâ telefonda konuşuyor."

Neden mi güldüm? "Duyarsız" sözcüğünü herkesin her durumda kullanmasını sağlayan medyadan dolayı güldüm.

Neyse, otobüs ilerlerken, genç adamın yanındaki arkadaşı ne dedi biliyor musunuz şöföre?
"Son durakta görüşeceğiz seninle!".

Otobüs kısa bir süre sonra durak olmayan bir yerde durdu ve şöför otobüsü terk etti. Niye mi? Yol kenarındaki polis arabasını görünce "tehdit" konusunu polislere bildirmek için. Otobüsteki yorumlar: "Adam haklı, tehdit ettiler onu, güvenliği tehlikeye düştü şimdi."

Evine gitmek için sabırsızlanan insanların bir kısmı otobüsten indi. Tehdit eden adamla, arkadaşına baktım. Nasıl da tırstılar, yüzlerindeki renk attı. Polis geldi otobüse. Sinip kaldılar. "Varsa gerçekten bir şey, gelin karakola ifade verin" dedi polis. Adamlar ağızlarını bile açmadılar. Polis de "bu tırsıklar ancak kendilerini tehdit eder" diye düşündü herhalde, otobüsten indi. Otobüs yoluna devam etti.

Ben inerken, o iki dümbüğe baktım. Yanyana sinmiş, oturmuşlardı bir koltuğa. Son durakta ne yaptılar acaba merak ediyorum. Klimayı kapattıran abla da (belki benden bile küçüktür, yaşını çözemedim) inmişti ben inerken.

Garip bir yolculuktu. "Duyarsız" kalamadım, yazayım dedim.

Hiç yorum yok: