Çarşamba, Eylül 27, 2006

Fethiye-İstanbul

Geçen cumartesi öğlen saatlerinde harikulade bir tatilden gri bir İstanbul'a döndüm, ayağımda toz kalmamış da olsa yazıyorum işte.
Fethiye'den otobüse binerken içimde, yanımdaki koltuğun boş olmayacağını bilmekten kaynaklanan hafif bir endişe vardı. Bileti alırken özellikle belirttiğim gibi (cam kenarı değil mi? eminsiniz değil mi?) sevgili camımın kenarında oturan teyzeyi görünce de içimden bir eyvah çektim hemen. Zira, cam kenarını görünce otobüsün kalkmasını beklemeden derhal yerleşen oportünist teyzelerin çeneleri de düşük olmaya meyillidir. Neyse ki teyzem biletimi görmeyi bile talep etmeden sevgili camımın kenarını boşaltıp koridor tarafına geçti de keyfim yerine gelir gibi oldu. Tabii, 12 saatlik yol boyunca iş bankasında mülakata alınmış aday muamelesi görmemek için bunu pek çaktırmadım. Mümkün mertebe ifadesiz, çok gerekliyse de nazik-ama-soğuk-uyuz-genç yüzümü takındım. Sonra da zaten i-pod u taktım, tekerlek döndü, zzzz.
Buraya kadar yine asayiş berkemal, kopuş noktasını ilk molamıza 10 dakika kala yaşadım. Gece saat 3 falan olmalı, berbat bir karabasan-kabus silsilesinden dilim damağıma yapışmış olarak uyandım. Uyku sersemi, su için muavini çağıracakken, muavinin zaten hemen arkamdaki koltukta oturan yolcuyla tartışmakta olduğunu fark ettim. O kafayla konunun tüm detaylarına vakıf olamasam da, "su" lafının geçtiğini duyup sustum. Ortalık sakinleşince de yanımdaki teyzeye "su isteyemiyor muyuz şimdi?" diye sormuş bulundum. Teyze benden daha insancıl çıktı ve küçük şişe suyunu benimle paylaştı. Sonra tek bir cümlecik çıktı ağzından ve bir daha da yol boyunca konuşmadı. Orta yaşlı teyzelere dair algılarımı tuz-buz etti ve gitti yani.
Şimdi siz benden o cümleyi bekliyorsunuz ama malesef benim "iyi misin evladım, uykunda çığlık atıyordun?" sorusunu o teyze kadar nazik bir şekilde ifade edebilmem mümkün değil..

Hiç yorum yok: