Cuma, Temmuz 28, 2006

Hartum

Bu şehirde taksiciler muhdeşem insanlar. Taksiyi çağırıyorsun hele böyle otelden falan çıkacaksan ve taksi cağırıldıysa direk acımasızlar. gideceğin yeri söylüyorsun ve ne kadara götürürsün diyorsun adam direk 1000 dinar diyor. Şu an hatırlamıyorum ama diyelim ki bu 20 dolar ve orada 20 dolara hizmetçi tutuyorsun aylık sabah 8 de geliyor evi temizliyor envai çeşit yemek yapıyor çamaşır yıkıyor aksam 8 gibi gidiyor. Herneyse adama diyorsun naaptın aabi olmaz 50 dinar veririm. 50 dinar mı yok hayatta olmaz diye bir itiraz ediyor ve bu sefer çok abarttım çok az sööledim tüh götürmeyecek falan oluyorsunuz ama sonunda anlaşıyorsunuz 100 dinara. Pazarlık olayını duyarız falan ama bu kadarına da pes dedirtmişti bana. Aslında hala kaç sene geçti kazıklanmış gibi de hissetmiyorum değil..

Prag

Türkiye'den bir organizasyonla 20 kişi kadar bir grup halinde gittim Prag'a.. Toplu halde dolandığımız bir gün tramvaya bindik. 20 türk genci birarada olunca tabi ki şöyle bir manzara oluştu. Ayakta arka kapının orda tünemiş 20 ye yakın Türk. Bağıra cağıra konuşuyorlar tramvaydaki insanlarla türkce dalga geçip küfür ediyorlar. Sonra da hah hah ha ortalıkta küfür etmek ne zevkliymiş gibi muhabbetler edip gülüyorlar. Enteresan ama illa başka milletler de böyle birşeyler yapıyorlardır. Ama amerikalı ve ana dili ingilizce olan milletler biraz böyle zevklerden mahrum kalıyorlardır diye düşünüyorum. Sıkıcı olmalı amerikalı olmak.

Dubai

Farklı bir perspektiften bakayım ben de ve yurtdışından ineklik etme manzaraları sunayım..

Genelde hele turistseniz taksiyle gezilen bir şehir. Ancak şu anda hatırlamadığım bir nedenden ötürü ki bu kısa bir mesefa olmasından dolayı olabilir otobüse binmeye karar verdim. Sırtımda çantam ve bir beyaz olarak otobüse bindim ve 10 dk kadar sürmeyen otobüs yolculuğum boyunca bu kadar hayatımda rahatsız olmamıştım. 30 - 40 kadar zenci gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Benden başka beyaz yoktu ve edindiğim izlenim beyazların otobüsü kullanmamalarıydı. Kendimi adamların evine izinsiz girmiş biri gibi hissettim ve kan ter içinde kendimi otobüsten dışarı attım ve bir daha da en kısa mesafe bile olsa otobüse binmeyi aklımın ucundan bile geçirmedim. O kısacık sürede gözlemlediğim de kadınların kesinlikle ayakta yolculuk yapamamalarıydı. Ön sıralar kadınların, genç yaşlı gibi bir ayırımcılık yok. İsterse hayatının en enercik anında olsun isterse ayakta durmak istesin kadın bindiğinde otobüse hemen yer veriliyor ve kadın oturmak zorunda kalıyor. Ayakta da en fazla 10 kişi falan alıyorlar. Eğer bu limit aşıldıysa otobüs durakta durmuyor. Birisi inecekse ve durmak zorunda ise de yolcu binemiyor isterse 1000 kişi olsun sırada. Geçen bir yerde fotoğraf gördüm otobüs duraklarını klimalı yapmışlar.

Perşembe, Temmuz 27, 2006

Otobüs Hikayesi - Tüyler

Bir keresinde yanıma bir amca oturmuştu. Yol boyunca pantolonundaki olmayan tüyleri temizledi durdu. Tikliydi galiba. Tüy tiki. Yan gözle benim pantolonumdaki olmayan tüylere de göz koyuyor mu acaba diye baktım ama sanırım tik, tek taraflı kullanıma açıktı. Zaten iyi ki aklına bile gelmedi yoksa adamın adı sapığa çıkardı.. Yazık, baya da yaşlı bir amcaydı.

Bu pantolon tiki garip, sadece kumaş pantolon giyenlerde oluyor. Kot pantolon giyen birinde bu tike rastlamadım. Enteresan. Oturduğu zaman pantolonundaki tüylere takılan biri, ayaktayken ceketine aynı muameleyi yapmıyor. Bu da garip.

Hikaye halk otobüsünde geçtiği için, bu yazı da mavi.

Çarşamba, Temmuz 26, 2006

Otobüs şiiri

Bir gün ben,
otobüse binerken,
karşıdan gördüm öteki otobüsü,
gelirken,

hangi yöne gideceğimi şaşırdım,
karşı yöne geçerken vazcaydım,
otobüse bir el yaptım,
durup beni almasını sağladım.

Bir durak sonra inesim geldi,
ayıptır söylemesi lavabom gelmişti,
şöförden rica ettim indirmesini,
düğmeye bas dedi, sinirli sinirli.

Düğmeye basmadan indirmezlermiş,
durak geçerlerse küfür yerlermiş,
yasak masak anlamadan,
sol şeritten sağa geçerlermiş.

İndiğim yerde bir dolmuş bekliyordu,
"nereye gidiyorsun abi" diye sordu,
dedim "köprüden geçer mi",
"Ayıp ettin abi, hiç geçmez mi".

Otobüs şiiri de olur muymuş diyenlere,
kuzu kuzu bin tepeme,
gel gidelim en yakın iett'ye.

Saygılarımla

Salı, Temmuz 25, 2006

ablamlar bir keresinde..

zamanlardan geçmiş zaman, o eski, rengarenk chevrolet dolmuşların zamanı. kahramanlar ise küçük ablamla ortanca ablam. bir gece taksim'den bağlarbaşı'na dönecekler, geççene bir vakitte. dolmuşa biniyorlar ve dolmasını beklemeye başlıyorlar. beklerken de çeneleri boş durmuyor tabii. karıncayı karanfile bağlayarak 10 menopoz teyze kudretinde geyik çevirirken, laf dönüp gece sokaklarda kadın olmak sorunsalına geliyor. küçük ablam biraz takıkçana bu konularda. hemen çantasından bir küçük kutu çıkarıp ortanca ablama demo yapmaya başlıyor. kutunun içinde, nişanlısının ıdısının dıdısının almanya'dan getirdiği göz yaşartıcı bir sprey var. ne yapıyor, kokuyor mu, nasıl kokuyor, etkili mi derken, küçük ablamı konuşmak kesmiyor ve dolmuşun içinde sıkıveriyor spreyi. ikisi birden kendini dolmuştan dışarı atıyor hemen ve dışarıda beklemeye başlıyorlar. neyse, sonunda doluyor ve kalkıyor dolmuş. lakin tüm yolcuların ağzında aynı laf:"bir tuhaf kokuyor sanki". bütün camlar açılıyor ama koku gitmek bilmiyor. olayın tavan noktasıysa, orta sırada oturan şişmancana bir teyzenin yol boyu, "ay benzin mi kokuyor, ne kokuyor, benim tansiyonum var, kalbim var, bayıldım, bayılacağım,.." şeklinde ablamların ödünü koparması oluyor. tabii ki marifetlerini dillendirmiyorlar ama bağlarbaşında kendileri dolmuştan zor dışarı atıyorlar..
(dipnot:sözkonusu spreyi çocukken deodorant zannedip oyuncaklarıma sıktığımı, sonra da güzel kokuyor mu diye kokladığımı ve yüzümün gözümün şiştiğini eklersem, sanırım ablamların neden o kadar panikledikleri daha anlaşılır hale gelir:))

Çarşamba, Temmuz 12, 2006

"Yetkililere sesleniyorum!!"... (vapur hikayesi)

Eeeyy yetkilileerrr!!!!!
Bu sabah 8.15 vapurunda iki genç vardı, girişte dışarıda duruyorlardı,
birinin üzerinde lacivert tişört diğerinde de gömlek vardı beyaz (hani şu pantalonunu içine sokulur da, sokulmuş mu sokulmamış mı anlaşılmaz ya o cinslerden bir tarz şeklinde, neyse) ve ikisinin de saçları da saat 5'te uyanılmış ve taranmaya, jölelenmeye başlanmış gibiydi. Yine "neyse"... Çünkü anlatmak istediğim durumun üstündekilerle saçlarıyla alakası yok!!!!

İskele verilmeden atlamaya sebep kişiler olarak yazıyorum aklıma.
8.15'in ya da 7.45'in "koşan kadın"ından sonra (bkz. ortak defter, 7.45 vapuru) ilk kez birilerini akşamın bu saatine kadar aklımda tuttum. nereden buluyorlar ve neden böyle yapıyorlar bilmiyorum ama çözebileceğimi de sanmıyorum. Ayten'i sorguladıktan sonra bu konuyla ilgilenebilirim sanırım. :)) (bkz. aşağıda, "hadi abi hadii!!)

Neyse, ben konuyu anlatayım. Teşekkür mü ettiniz, rica ediyim bari..

Diyorlar ki ucubeler, daha doğrusu biri bir diğerine soruyor, "en iyi türk şarkıcısı kim? ama bütün dünya tarafindan söylenebilmeli ve de bilinmeli..." cevap vermek zorunda olan kem'ledi, küm'ledi, eee'ledi, öö'ledi Tarkan dedi, gırgır yapılıyoru diyerekten de araya Ankaralı Turgut ismini sıkıştırdı. Soruyu soran fazla uzatmadı ötenazi hakkını kullanarak cevabı kendisi verdi.
- Neco türkiyenin en iyi şarkıcısıdır abi, dedi ve devam etti..
Bi kere baksana adamın adı bile bunu söylüyor, neco, eniisio!!!!

Kulak misafirliğinden nefret ediyorum!!!!! Zehirlendim sabah sabah!!! Önce "denize adam düştü" diyesim, sonra da bunları atasım geldi, iki kişi oldukları için cesaret edemedim :)))

Neyse (bu neyse amma popüler oldu ya)
Ben buradan vatandaşlık görevimi yapıyorum, yetkililere sesleniyorum,

"Sayın yetkililerr,
bu çocukları yasaklayalım birlikte, elimden gelen yardımı yaparım, bu espiriyi yaasaklamak bu işi çözmez, bu işi çözse çözse dediğim gibi bu gençleri yasaklamak çözer. evet sayın yetkililer, bu çocukları bu saatten sonra topluma kazandıramayız, toplu taşıma araçlarından başka tek alternatifleri de kendi otomobillerini almak ama kimse bu masrafa girmez, gelin siz görevinizi yapın, bu çocukları yasaklayın...
Teşekkür eder, gereğinin yapılmasını arz ederim.

Mizah sever Erçin...."

Sesimizi duyarlar ve hemen harekete geçerler umarım! :)

"Hadi abi hadi!!!" (taksi hikayesi)

Gecenin körü çıktım acanstan, ilk taksiye bindim demek isterdim ama öyle olmadı. Zaten bu da bir kara film değil ve ben kara film olmayan bir hikayenin sırlarla dolu cinayetini çözmeye çalışan özel dedektifi değilim. Olsaydım kesinlikle yoldan geçen ilk taksiye binerek daha sabah sorguladığım ama kafamı kurcalayan soru işaretleriyle beni allakbullak etmiş Ayten'e doğru geri gidiyordum. Ama değildim işte. Ben sadece açlıktan ölmek üzere olan ve tek isteği yemek yemek olan bir genç yazardım. Ne aydınlanacak cinayet vardı ne de başka bir şey. :)

Nasılolsa az sonra biter, bitiyor, şimdi bitecek... diye diye gecenin 11'i olmuştu. Kol saatinin de 23'ü... Taksi çağrıldı ve ben de paşa paşa bindim, aklımdaki tek düşünce yemekti. Taksici de daha önce 2-5 defa karşılaştığım (evet abicim 2-5, 2-3 değil, 4-5'te değil, 2-5! bilmiyorum çünkü ya çok karşılaştım ya da az:) Civciv Ahmet Ağabey'di :) Bu lakabın esrarı hala esrar halini koruyordu ama zerre merak etmiyordum. Tek derdim ne yiyeceğimi düşünmekti. Düşünüyordum ve ağzımdan şu kelimeler çıktı.

"Ahmet abi, çiğ köfte sever misin?"

Adam azılı çiğ köftecilerdenmiş, başladık biz "şurda şunun yeri var, burda bunu yeri var, aman o bozdu bu daha iyi, oranın ustası buraya geçti şuranın çırağı usta oldu, diyarbakırdaki recep usta var ya, aslında istanbulda boğazda evi varmış, ya aslında çiğ köfte dünyada çok meşhurmuş ama biz bilmiyoruz, (ve inanılmaz final) ya yunanlılar bunu da sahiplenirler yakında vallaha bak ben söliyim sana"lara kadar gelen muhabbet şurada (aha bak az sonraki satır) bambaşka bir boyuta taşındı,
"ahmet ağabey, çek abi sen şu arabayı acıbademe, bendensin!"
"olur mu delikanlı, sen taksiyi öde, çiğ köfteler benden!!!"

gece... 11.30 ya da 23.30... evet evet 23.30 baksanıza böyle daha geç duruyor.
gece... civciv ahmet ve ben çiğ köftecideyiz, muhabbet, kakara kikiri, derken çiğ köfteciye tesadüfen giren o çevrede oturan iki arkadaş (sms mi? o da ne?) muhabbet, içli köftele, içli muhabbetler, çiğli köfteler.....

:) ne var, sonuçta hikaye takside başlamamış mı?

.......

Ayten'i sorguladıktan sonra aklım Ayten'in benim dediği köpeğe takılmıştı aslında. Birinin evinde bir çok fotoğraf varsa ve o biri köpek sahibiyse, mutlaka ama mutlaka köpekle de fotoğrafı olmalıydı. Ama Ayten'in köpeğiyle bir tane bile fotoğrafı yoktu salonundaki onlarca fotoğraf içinde... Bu gecenin bir yarısı yoldan geçen ilk taksiye atlayarak Ayten'e gitmek için çok hem de çok geçerli bir sebepti.............

Perşembe, Temmuz 06, 2006

Taksi Hikayesi - Genel

İstanbul'daki taksileri düzenlemek için bir "tasarı" hazırlandığını öğrendim geçenlerde haberlerden. İstanbul'da klimasız, navigasyon sistemsiz taksi kalmaması için çalışmalar başlatılacakmış. Ayrıca eski model araçların yenilenmesi zorunlu olacakmış. Yani elveda Şahinler Doğanlar..

Ayrıca "kısa mesafe olduğu için yolcuyu indiren", "trafik var o yönde gitmem" diyerek yolcuyu yarı yolda indiren taksicilere ceza verilmesi konusunda ciddi bir çalışma yapılacakmış. Ne güzel.

Taksicilerin en sık dile getirdiği şikayet ise, açık yolu tercih ettiği için, müşteriyi düşündüğü halde, "fazla para almakla" suçlanmaları.

Bugün, bir taksiciye yolu ben tarif ettim. Unkapanı'ndan Şişli'ye.

Navigasyon sistemini sormuştum bir taksiciye. Bana, "abi şimdi o sistemin göstereceği yolu müşteri beğenmeyecek, yine aynı tartışmalar yaşanacak.." diyerek savunmasını dile getirdi. Navigasyon belki de sadece, "bilinmesi gerektiği halde bilinmeyen caddeleri" öğretecek. Gerisi aynı hikaye olmaz inşallah.

Bir nokta daha olacak. "Klimayı açamam, camı aç" demeye devam edecek taksiciler. Yeni tasarıda bunlar için de "ceza" uygulamaları düşünülüyormuş. Ne güzel.