Cuma, Haziran 29, 2007
Geldik mi?
4-5 yaşındaki çocuk ve anne arasındaki dialog:
"-Anne geldik mi?
-Geldik kızım
-Nereye geldik?"
Çocuk olmanın dayanılmaz hafifliğine imreniyorum:)
Cuma, Haziran 22, 2007
Cunda Yolu
Geçenlerde işyerinden 3 gün için izin aldım. Hafta sonu ile birleştirip 5 günlük küçük bir tatil yapmak niyetim. Bu tatil kararı, bir projemizin teslim tarihinin biraz ertelenmesi üzerine apar topar alınmış bir karar. Önceden planlama olmadı için hiç kimseye tatilden iki gün önce hadi benimle gel diyemiyorum, zaten kimseyle de organizasyon telaşına girecek halim yok. Gideceğim yere karar verip, bilet alıp, otel ayarlayıp, alıp çantamı gideceğim. İki arada bir derede, gitmeden işlerimi toparlayım falan derken, zaten tek başına bile gidecek yer belirlemek sorun, bir de bunun içine başkalarını katmanın alemi yok. Ama eşe dosta soruyorum, nereyi tavsiye edersiniz diye. Hoş benim belli bir tatil adresim var ama orası 5 günlük bir tatil için uzak biraz. Yaz sonunda gitmeyi planladığım uzun tatilde gideceğim oraya. Gidilecek yerler için kriterler; yakın olsun, denizi soğuk ve girilebilir olsun, ucuz olsun ve tenha olsun.
Sonunda bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine Cunda adasına gitmeye karar verdim. Hemen otobüs bileti aldım, bir otelden yer ayırttım ve akşam yola çıkıyorum. Varıyorum ama nasıl?
Cunda yakın değildi. Harita üzerindeki mesafeye aldanmamak gerekiyormuş. Yol tam 11 saat sürdü. Ben Cunda Cunda diyorum, bir Allah’ın kulu da çıkıp ha şu Ayvalık Cunda mı, Ayvalık otobüsle en az 10 saat sürer demiyor.
Cunda’nın denizi girilebilir değildi. 5 günlük tatilimin ilk iki günü yağmur yağdı, sonraki iki günde aşırı derecede rüzgar vardı. Deniz aşırı dalgalı ve dalgalar denizin altında ne buldularsa üstüne çıkartmıştı. Son gün kısmen sakindi deniz ama bu seferde Marmara’ya bu kadar yakınken olmaması gerektiği kadar sıcaktı su.
Cunda ucuz değildi. Bu konuya girmeyi hiç ama hiç istemiyorum. Yapılacak ekstra hiç bir faaliyet olmayan bir yerde 5 günde o kadar para harcayabilmek gerçekten mümkün olmasa gerek. Ama harcadım işte.
Cunda tenhaydı. Hatta inler, cinler ve benden başka kimsenin olmadığı saatler yaşadım el kadar Cunda’nın sokaklarında dolanırken. Sadece bana tahsis edilmiş küçük bir kasaba, deniz ve sınırsız bir gökyüzü vardı.
Cunda’ya, önce Ayvalık’a kadar gidip, Ayvalık’tan da belediye otobüsüne binip, adayı karaya bağlayan köprüden geçerek ulaşıyorsunuz. Ayvalık – Cunda arası motor seferleri de var ama sezon açılmadığı için herkes otobüsü kullanıyor.
Ben sabah 8 sularında Ayvalıktayım. Belediye otobüsüne biniyorum. Bir sürü kadın. Sabahın o saatinde ne işleri olacağını tahmin edemediğim bir sürü kadın. Hani plaj çantaları falan olsa diyeceğim manyaklar kargalardan önce kalkıp, denize gidiyorlar. O da yok.
Bu arada Cunda el kadar dedim ya, evet merkezi, asıl eski tarihi evlerin oldu Cunda el kadar ama etrafı tam anlamıyla yazlık çöplüğü. Dağ taş panjurları sıkı sıkıya kapatılmış, üstüne bütün camlarında – üst katlar dahil -, klimaların binanın dışında kalmış taraflarında bile demirler olan yazlıklarla dolu. Kadınlar adayı karaya bağlayan köprüyü geçtikten ve yazlıklar bölgesine girdikten sonra üçer beşer inmeye başladılar otobüsten. Hala anlamsız bu hareketler. Yazlıklarda kimseler yok, ayrıca bu kadar çok kadının adada bu kadar çok arkadaşı olması ve hepsinin sabah kahvesine gidiyor olması da tuhaf. Bir de otobüsteki bütün kadınlar birbirini tanıyor. Hepsi sohbette.
Bu kadınlar neyin nesi?
Bütün gece bir damla uyku ya uyumuş ya uyumamışken, sabahın köründe sıkış tıkış bir otobüsün içinde, bir yandan kendimi bir yandan valizimi deli şoförün manevralarıyla savrulmaktan korumaya çalışırken, işte bu kadınların sırrını çözmeye çalışıyorum.
İneceğim yere gelip kadınların bir kısmıyla birden otobüsü terk edince dank ediyor kafam. Kadınlar için yaptığım yakıştırmalar yüzünden kendimden utanıyorum. Plaj sefalarıymış, sabah kahveleriymiş...
Meğer insanlar ekmek parası derdindeymiş.
Perşembe, Haziran 21, 2007
Bu bir şikayet anonsudur.
Pazar, Haziran 17, 2007
Paşa'ya dördüncü
Bir gün Kızılay'da Zafer Dersanesi'nin yanındaki sokaktan içeri girerken (sokağın adını bilmiyorum)kirli sakallı pek de tekin görünmeyen bir adamın "Paşa'ya dördüncü, Paşa'ya dördüncü" diye bağırdığını gördüm, tabi o sırada da yukarda bahsettiğim olay yeni olduğu için hemen senaryoyu kurdum kafamda "Bu adam bir yerde kumar oynatıyor, Paşa bunu oynayanlar için bir şifre ve gidip ben dördüncü olmak istiyorum dersen bu tekin olmayan adam seni alıp kumar oynanan yere götürüyor" Senaryo buydu ve oldukça gerçekti bana göre, bir kaç arkadaşıma da yeni bir şey keşfetmenin heyecanıyla anlattım bunu... Herşey çok güzeldi, taa ki kuzenime anlatıncaya kadar..
Kuzenime bunu anlatınca öğrendim ki o adamın "Paşa'ya dördüncü" diye bağırdığı yer 297 numaralı Abidinpaşa-Batıkent otobüs durağının önüymüş ve taksici olan bu abimiz otobüs beklemek ya da otobüste sıkışmak istemeyen vatandaşları taksi dolmuş için çağırıyormuş. Tabi oradaki herkes de "Paşa'ya dördüncü" nün Abidinpaşa semtine gitmek isteyen dördüncü kişi olduğunun farkındaymış bir ben hariç:) O şokla kuzene 3-4 kere sordum gerçekten böyle mi diye, gerçekten öyleymiş, benim rezilliğimi siz düşünün artık:)
Senaryo üretmeden önce iki kere düşünmek gerekiyormuş demek ki,bu da böyle bir anımdır:)
Perşembe, Haziran 14, 2007
Bir örnek
Her cumartesi Pazar, sabahın köründe kalkıp Fransızca kursuna gittik. Evlerimizin arası iki durak. Durağa çıkacağımız saat belli ama otobüsü bol bir hat üzerinde oturuyoruz, aynı otobüse binmeyi garantilememiz lazım, e yolda beraber olmayacaksak o kadar gidiş gelişin ne anlamı kalır hem di mi? Bizde telefon çaldırma yöntemini seçtik. Arkadaşım bizden iki durak yukarda oturuyordu ve o otobüse bindiğinde benim telefonumu çaldırıyordu. Ben de telefonum çaldıktan sonra ilk gelen otobüse atlayıveriyordum. Genelde zaten arkadaşım otobüse binince durağı görebilecek şekilde cama yaklaşıp, bana kendisini camdan gösterirdi ama telefonumun çalması ve arkadaşımın otobüse bindiğini bilmek bekleme esnasında beni rahatlatırdı.
O da dönem bütün hafta sonlarımı bu arkadaşımla geçirirken, bir hafta sonu - neden hatırlamıyorum – ikimizde kursa gitmedik ve hiç görüşmedik. Ben biraz alışveriş yaptım ve gidip kendime biri mosmor öbürü en ala Alanya portakalında daha turuncu iki tane keten pantolon aldım. Arkadaşımla telefonda ilk konuşmamızda da ballandıra ballandıra cicilerimi anlattım, ama bizim hatundan çık çıkmıyor. Ne dedi beğenirsiniz?
“Ben de” .
Meğer arkadaşımda aynı hafta sonu kendisine biri mosmor öbürü en ala Alanya portakalından daha turuncu iki tane keten pantolon almış. Sanırsınız mor ve turuncu pantolon, açık mavi kot kadar genel ve sık kullanılan bir kıyafet. Baya gülüştük biz tabi. Gülüşümüz hem mor ve turunculara, hem de birbirimizden habersiz aynısını aldığımız kıyafetlere bir de bunların eklenmesineydi.
Evet birbirimizden habersiz aynısını aldığımız daha bir sürü kıyafetlerimiz vardı ama onlarla pişti olmak o kadar da dert değildi. Kot mont, beyaz t-shirt, siyah çanta gibi şeylerdi onlar. Ama bu mor ve turuncu pantolonlarla pişti olsak fazla göze batardık, biz de her buluşma arifesinde birbirimizi arayıp ne giyindiğimizi karşılıklı beyan etmeye başladık.
Arkadaşım: Şekerim yarın ne giyiniyorsun?Ben: Turuncu pantolon?
A: Ok. Ben, siyah eteklerimizden giyineceğimde, sana bir sorayım dedim.
B: Tamam canım iyi etmişsin. Ben turuncu pantolonlarımızdan giyineceğim, sen siyah eteklerimizden rahat rahat giyin.
Bu arada bizim hiç aynı gün aynı kıyafeti giyinmeye heves ettiğimiz olmadı. İlla teyit ediyorduk ama aslında hiç denk gelmiyorduk.
Aradan baya bir zaman geçti ve arkadaşımın iş için iki seneliğine yurt dışına gitmesi gerekti. Kendi kendisine Fransızca’ya heveslendiğini gören şirketi, onu eğitim için iki seneliğine Fransa’ya göndermeye karar verdi.
Gidiş öncesi son buluşma...
Kalabalık bir grup olarak buluşacağız. Bir sürü telefon trafiği; gidilecek yeri ayarla, buluşma saatini ayarla, gelecek olan herkesten teyit al, gelecek olan herkes farklı bir yer ve saat söylesin bütün organizasyona yeniden başla falan derken biz kıyafet teyit etme olayını atladık. Aslında hiç biri zaman aynı şeye heves etmediğimizi göz önüne alarak ben biraz salladım ve aramadım. Arkadaşımda aynı hislerle beni aramamış ve ikimizde kafamıza göre giyinip çıkmışız evden.
Üzerimde turuncu keten pantolon, beyaz üzerine turuncu çiçekleri olan yakası büzgülü bluz, ayağımda Bodrum tipi sandaletlerim durakta bekliyorum. Telefonum çalıyor, ilk gelen otobüse bineceğim.
Otobüs geliyor, arkadaşım cama yanaşmış. Beni görünce gözleri yuvalarından fırlayacak kadar açılmış ağzında koca bir sırıtış. Duraktan kaş göz yapıyorum, ne var n’oldu diye. O hala gülüyor. Üstünde eflatun bir bluz var; korsajdan (erkekler için ek bilgi: göğüsün hemen altından yani) büzgülü bu bluzu biliyorum. Altını göremiyorum. Otobüse biniyorum ve aman Allah’ım o da ne: Tupturuncu pantolon.
Ankara’yı bilenler için tarif edeyim; Eski Dost’un önünde gerçekleşti buluşma saat 5 gibi. Otobüsten indikten sonra oraya kadar yürüdük. Oradan da Sakarya’ya gidilecek. Eski Dost’tan da Sakarya’ya kadar yürüdük. Akşam 9 gibi de Bestekar’a çıktık, yürüyerek. Siz düşünün o gün bir örnek pantolonlarımızın kaç kişiye gösterdik.
Çarşamba, Haziran 13, 2007
Otobüsten Küçükçekmece Gölü

Fotoğraf pek iyi değil ama o gün gözlerim harika bir manzara seyretti.
Fenerbahçem Benim Biricik Sevgilim.....
Futbolla uzaktan yakından ilgili olmayan bir insan olduğum için bu hikayenin ne tarihini ne de skorun ne olduğunu hatırlıyorum. Onun için baştan söyleyeyim sonra sormayın.
- 1967 senesinde, Karşıyaka maçında golleri kim, kaçıncı dakikada attı?
- 1983’de bilmem hangi futbolcu ne kadar transfer parası aldı?
- Bilmem hangi başkan kaç oyla seçildi?
- X futbolcunun kaç çocuğu var? Adları, yaşları?
Ve benzeri bir sürü istatistiğin sorulduğu sorular. Ha bu sonuncu size çok mu abartılı geldi? Gelmesin – inanın ben bunu istesem uyduramam- çünkü bu soru gerçekten soruldu ve cevabı da doğru verildi. Ben tabi futbolcunun adını bile hatırlamıyorum ama o esnada uyuyor numarası yapan ben ve kardeşim soruda biraz irkilip, cevabın doğruluğunun onaylanmasıyla beraber gözlerimiz fal taşı gibi açılmış, inanamamıştık.
Salı, Haziran 12, 2007
Bakakalırım Giden Metronun Ardından
Koşa koşa gelmiştim sana, evet geç kalmıştım. Bu yüzdendi belki de koşmam. Görmüştüm seni, bekliyordun orada. Seni görünce daha da hızlandım, tam yanına geldim. Ama sen kapıyı yüzüme kapattın ve gittin. Bakakaldım ardından. Serde erkeklik vardı, ağlayamazdım. Yağmur yağıyordu Ankara'da ve hoca yoklama alıyordu.
Cumartesi, Haziran 09, 2007
Otobüste
Bu program, Sky Türk'te 14 Nisan 2007 tarihinde yayınlanmıştır. Kardeş blog ilk5.net'in başrolde olduğu programda Otobüste blogu da geçiyor. TV'de yayınlandığı gün kaçıran arkadaşlar [yani neredeyse çoğumuz] için. :))
Videoları göremeyenler için, direkt linkleri burada ve burada.
Cuma, Haziran 08, 2007
Çarşamba, Haziran 06, 2007
"Kapat Diyorum Sana"
Pek şirin olduğunu söyleyemeyeceğim bu teyzemiz, kendinden en azından yirmi yaş kadar büyük olan dedemize, öyle bir bağırdı ki ben bile korktum doğrusu. Ancak bu dede sağır mıdır nedir bilmem veya da kadın bağırmasına karşı duyarlılık sahibi mı ne, hiç oralı olmadan cep telefonu ile konuşmaya devam ediyor.
Derim ki: Dede yanlış yapıyorsun. Bak bu teyzeyi tanımıyorsun. Bir güvendiği, bir bildiği var ki bağırıp duruyor. Kapat şu telefonu da sakin sakin yolumuza gidelim. Yoksa hiçbir erkek seninle bu teyze arasına girmeye cesaret edemez. Otobüste olan kadınlar da kocalarını düşünüp "Oh oh! İyi benzetiyor" derler. Gençler ise seni zaten sevmiyorlar. Geçenlerde otobüste sevgilisini öptü diye sen de yüksek sesle "Burada aile var" diye bağırmamış mı idin. Hadi çocuk arsız idi. Kızın ne suçu vardı da yüzünün kızarmasına sebep oldun.
"Hadi kapat"
Not: Olaylar gerçek ama iki farklı "dede" birleştirildi ve sözlerim sadece içses olarak kaldı.
Salı, Haziran 05, 2007
funny killer :D
geçen pazar ilk defa bindim de.. eksik kalmıştım bunca zaman..
istanbul modern'de kahvaltı yaptık sabah; bir arkadaşımızın doğumgünü vesilesiyle..
"bu modern hayat insanın elinde avucunda ne varsa alır ve tatmin de yaratmaz" diyeyim de siz anlayın menü fiyatlarını ve tokluk oranlarını :)
taksime dönerken fünikülere binelim dediler.. dedim binelim.. ne menem bişiidir ki o.. ben çok uzak kaldım toplu taşıma araçlarından; işe servisle gitmek uzaklaştırdı beni genel olarak sanırım...
6 kişiydik, ortada durduk; ayakta gidiyoruz.. nedir o tutunulan yerlerin adı?.. tutungaç mı? hehe :D onun etrafında durunca çember gibi, insanda "tek elimizde de kurdele olsa da; etrafında dönsek bunun aynı anda" gibi bir fikir uyanıyor (ya da ben de uyandı sadece)
gerçi kimse kıpırdamadı; biri hadi dese ben hazırdım da neyse..
bundan sonra binince dikkat edin bi; durun ortada tutunun o tutungaçlara :) bi hayal edin kurdeleli dönüşünüzü..
hatta keşke bütün dünya buna inansa; hayat bayram olsaaa...
not: haa bi de ben uyurken, bissürü yeni yolcu binmiş otobüse; hoşbinmiş :D
Cumartesi, Haziran 02, 2007
Lütfen arkaya doğru sağlı sollu ilerleyelim
Öyle işte...