Salı, Ocak 13, 2009

Trende Türk usulü açık büfe

Baktım habire otobüs dolmuş yazısı çıkıyor, bir tren macerası yazayım da araya renk olsun dedim.

Ankara - İstanbul arası tren yolculuklarını çok severim. Binbir çeşit insan görmek, trenin sesini duymak, yemek vagonunda Tekel birası keyfi falan nefistir.

Yine böyle bir yolculuğa çıkmak üzere sabah saat 8 küsur gibi İstanbul'dan Ankara'ya giden bir trene bindim. Zamanını hatırlamıyorum ama çok kalabalık yok. Orta yaşın biraz üzerinde bir teyze de geldi tam karşımdaki koltuğa yerleşiyor. Yerleşiyor diyorum, çünkü bu süreç elindeki bilimum torbadan dolayı epey uzun sürdü. Hatta devasa büyüklükteki torbalardan birini üstteki bölmeye sığdıramadığı için koridor tarafına, koltuğunun yanına koydu.

Neyse, teyze nihayet helâk olmuş vaziyette oturdu yerine. Ben de yan gözle izliyorum kendisini. O an yakalandım. Teyze hemen muhabbet açtı. Haliyle ilk soru şu: "Yolculuk nereye?". "Allah" dedim içimden "Çok eğlenceli geçecek yolculuk". "Ankara'ya" dedim. Bu arada koridordan geçip yerini bulmaya çalışanlar da teyzenin torbaya takılıp takılıp duruyor.

Daha ikinci soru gelemeden "Sizin şu torbanızı bizimkiyle beraber yukarı koysak da geçenler çarpmasa" dedim. Teyze, "Bu gençler de hiçbirşey bilmiyorlar" edasıyla "Turşu var onda turşu, düşer kırılır falan" diye cevap verdi. Ama hemen akabinde ayağa kalktı, torbayı özenle benim koltuğun arkasına yerleştirdi ve yerine oturdu tekrar.

Bu arada tren hareket etti. Teyze bu sefer de çantasından çıkardığı bilimum meyva, poğaça gibi besin maddelerini sunmaya başladı "Ay bu da var istersen, yok sevmem diyosan şu da var". O kadar da ısrarcı ki fırsat versem hemen orada börek açıp dolma saracak. O kadar ısrar üzerine kıramayıp bir tane poğaçasını almayı kabul ettim. Güzeldi de açıkçası, eline sağlık.

Teyze o ilk heyecanın etkisiyle bir süre sonra uyuklamaya başladı. Bu arada yanında da her an kullanıma hazır bir şemsiye duruyor, ikide birde dizime düşüp gıcıklık yapıyor. Dedim ki "Ben en iyisi bir fırsatını bulup yemekli vagona kaçayım." Kaçtım da. Orta şekerli bir Türk kahvesi söyledim kendime, bir iki saat öyle geçti. Ama yapacak birşey yok, dönüp dolaşıp gideceğim yer gene teyzenin karşısı.

Gittim haliyle. Teyze neredeyse bütün ailesini anlattı, kim nerede çalışıyor, kaç yaşında, kiminle evli, kaç çocuğu var, Ankara'ya niye gidiyor vs. vs. Epey bir zaman geçti, yoruldum tabii. Uyudum uyuyacağım, teyzeye tek gözle bakıyorum. Akabinde dalmışım.

Yolculuğun sonuna doğru uyandım. Teyze hemen farketti tabii. Kalktı yerinden, koltuğumun arkasına koyduğu naylonu aldı, içinden bir turşu kavanozu çıkardı. "Al, al" diye ısrar ediyor. Dedim ki "Arkadaşıma gidiyorum, midesi rahatsız, yiyemez, zaten çok kalmayacağım, yazık olmasın". Uzun uğraşlardan sonra ikna etmeyi başardım.

Zaten o arada da tren Ankara Garı'na giriş yaptı. Millet inmeye başlayınca, teyze de hareketlendi. Önce kaçsam mı fırsattan istifade diye düşündüm, ama sonra vazgeçtim. Yüklerini trenden indirip gar çıkışına kadar taşımasına yardım ettim. Teyze de bana el işi ufak bir havlu verdi hediye olarak, kendi yapmış. Çok hoşuma gitti. Hâlâ duruyor evde.

Türk insanının bu paylaşımcı ruhuna bayılıyorum. Özellikle de orta yaş üzeri teyzelere. Annem gibi valla, habire birilerini doyurma derdindeler :0)

1 yorum:

Vadi Efe dedi ki...

bu güzel yazıya yorum yapılmamış :)

hocam yemekli vagondan daha fazla istifade etseymişsin keşke

Vadi