Perşembe, Haziran 14, 2007

Bir örnek

Üniversiteden çok sevdiğim bir arkadaşımla, üniversite sonrası da ilişkimizi kopartmadık ve evlerimizin de birbirine yakın olmasını fırsat bilerek sık sık görüştük. Kendisi bir ara Fransızca öğrenmeyi kafaya koydu ve beni de her türlü ikna yöntemi, tehdit, teşvik, hile ve hurda ile kursa yazılmaya razı etti.

Her cumartesi Pazar, sabahın köründe kalkıp Fransızca kursuna gittik. Evlerimizin arası iki durak. Durağa çıkacağımız saat belli ama otobüsü bol bir hat üzerinde oturuyoruz, aynı otobüse binmeyi garantilememiz lazım, e yolda beraber olmayacaksak o kadar gidiş gelişin ne anlamı kalır hem di mi? Bizde telefon çaldırma yöntemini seçtik. Arkadaşım bizden iki durak yukarda oturuyordu ve o otobüse bindiğinde benim telefonumu çaldırıyordu. Ben de telefonum çaldıktan sonra ilk gelen otobüse atlayıveriyordum. Genelde zaten arkadaşım otobüse binince durağı görebilecek şekilde cama yaklaşıp, bana kendisini camdan gösterirdi ama telefonumun çalması ve arkadaşımın otobüse bindiğini bilmek bekleme esnasında beni rahatlatırdı.

O da dönem bütün hafta sonlarımı bu arkadaşımla geçirirken, bir hafta sonu - neden hatırlamıyorum – ikimizde kursa gitmedik ve hiç görüşmedik. Ben biraz alışveriş yaptım ve gidip kendime biri mosmor öbürü en ala Alanya portakalında daha turuncu iki tane keten pantolon aldım. Arkadaşımla telefonda ilk konuşmamızda da ballandıra ballandıra cicilerimi anlattım, ama bizim hatundan çık çıkmıyor. Ne dedi beğenirsiniz?

“Ben de” .

Meğer arkadaşımda aynı hafta sonu kendisine biri mosmor öbürü en ala Alanya portakalından daha turuncu iki tane keten pantolon almış. Sanırsınız mor ve turuncu pantolon, açık mavi kot kadar genel ve sık kullanılan bir kıyafet. Baya gülüştük biz tabi. Gülüşümüz hem mor ve turunculara, hem de birbirimizden habersiz aynısını aldığımız kıyafetlere bir de bunların eklenmesineydi.

Evet birbirimizden habersiz aynısını aldığımız daha bir sürü kıyafetlerimiz vardı ama onlarla pişti olmak o kadar da dert değildi. Kot mont, beyaz t-shirt, siyah çanta gibi şeylerdi onlar. Ama bu mor ve turuncu pantolonlarla pişti olsak fazla göze batardık, biz de her buluşma arifesinde birbirimizi arayıp ne giyindiğimizi karşılıklı beyan etmeye başladık.

Arkadaşım: Şekerim yarın ne giyiniyorsun?
Ben: Turuncu pantolon?
A: Ok. Ben, siyah eteklerimizden giyineceğimde, sana bir sorayım dedim.
B: Tamam canım iyi etmişsin. Ben turuncu pantolonlarımızdan giyineceğim, sen siyah eteklerimizden rahat rahat giyin.

Bu arada bizim hiç aynı gün aynı kıyafeti giyinmeye heves ettiğimiz olmadı. İlla teyit ediyorduk ama aslında hiç denk gelmiyorduk.

Aradan baya bir zaman geçti ve arkadaşımın iş için iki seneliğine yurt dışına gitmesi gerekti. Kendi kendisine Fransızca’ya heveslendiğini gören şirketi, onu eğitim için iki seneliğine Fransa’ya göndermeye karar verdi.

Gidiş öncesi son buluşma...

Kalabalık bir grup olarak buluşacağız. Bir sürü telefon trafiği; gidilecek yeri ayarla, buluşma saatini ayarla, gelecek olan herkesten teyit al, gelecek olan herkes farklı bir yer ve saat söylesin bütün organizasyona yeniden başla falan derken biz kıyafet teyit etme olayını atladık. Aslında hiç biri zaman aynı şeye heves etmediğimizi göz önüne alarak ben biraz salladım ve aramadım. Arkadaşımda aynı hislerle beni aramamış ve ikimizde kafamıza göre giyinip çıkmışız evden.

Üzerimde turuncu keten pantolon, beyaz üzerine turuncu çiçekleri olan yakası büzgülü bluz, ayağımda Bodrum tipi sandaletlerim durakta bekliyorum. Telefonum çalıyor, ilk gelen otobüse bineceğim.

Otobüs geliyor, arkadaşım cama yanaşmış. Beni görünce gözleri yuvalarından fırlayacak kadar açılmış ağzında koca bir sırıtış. Duraktan kaş göz yapıyorum, ne var n’oldu diye. O hala gülüyor. Üstünde eflatun bir bluz var; korsajdan (erkekler için ek bilgi: göğüsün hemen altından yani) büzgülü bu bluzu biliyorum. Altını göremiyorum. Otobüse biniyorum ve aman Allah’ım o da ne: Tupturuncu pantolon.

Ankara’yı bilenler için tarif edeyim; Eski Dost’un önünde gerçekleşti buluşma saat 5 gibi. Otobüsten indikten sonra oraya kadar yürüdük. Oradan da Sakarya’ya gidilecek. Eski Dost’tan da Sakarya’ya kadar yürüdük. Akşam 9 gibi de Bestekar’a çıktık, yürüyerek. Siz düşünün o gün bir örnek pantolonlarımızın kaç kişiye gösterdik.

5 yorum:

Kedili Şeylerde Ne? dedi ki...

Şimdi şöyle bir bakınca baya uzun yazmışım. Umarım okuyanları sıkmıyorumdur.

Hayır bir de Ali beye özel bir gıcıklığım varmış gibi oldu. Sanki aylaaaar sonra yazdığım yazının üstüne hemen yeni bir şey ekledi diye araya alıp sıkıştırmak için özellikle uzun birşey yazmışım gibi.

Ama ben çok uzun zamandır toplu taşım aracı kullanamıyorum, yazdıklarım hep eskiden kalan şeyler. Öyle olunca iğneden ipliğe herşeyi yazasım geliyor, kıyamıyorum hatıralarımın minicik bir detayına bile.

Kusura bakmayın artık (yiyosa bakın, kaptan yakınım olur attırırım valla size otobüsten. Kalırsınız yol ortasında):p

Deniz Ural dedi ki...

Vay be, ne dostlukmuş o öyle Gülşah! Eminim o yutrdışına gittiğinde bir süre alışamamışsındır yokluğuna.

Bu arada, arkadaşın hangi şirketteydi merak ettim. Hemen orada işe gidip tüm hafta sonlarımı dil eğitimime ayırmayı düşünüyorum da :)

Kedili Şeylerde Ne? dedi ki...

evet gittiğinde çok zorlanmıştım ama işin kötüsü ne o oradayken ne de döndükten sonra bir daha hiç görüşmedik. küslük, kırgınlık, kızgınlık yoktu ama olmadı işte, görüşemedik.

Arkadaşım özel bir kollejde öğretmendi. Ben isim vermemiş olayım sen anla, özel okul, fransızca, ankara :D

Ali Sağlam dedi ki...

Gulsah
Kusura bakmadik :))

Kaptan
Valla bakmadik :))

Ben birazdan otobus fotograflari cekmek icin disari cikiyorum :)

Ned Dorsey dedi ki...

Gülşah Ayhan, vampirlerin gece vakitlerinde ortaya çıkması gibi, arada sırada böyle ortaya çıkar ve post gönderir:) Bu da onlardan biriydi. Sanırım bir sonraki uğrayışı için altı ay kadar bekleyeceğiz. hehe:)