Salı, Ocak 22, 2008

Otobüs Postasından: Dolmuş Bu, Dolmadan Kalkar mı...

Otobüs bloguna henüz denk gelmiş okurlarımızdan Burçin Çobanoğlu göndermiş. (Yine) Maili geç fark ettiğim için özür dileyerek sevgili yolcularımıza ikram ediyorum.

Taksim- Bostancı dolmuşlarını İstanbul'da yaşayan herkes bilir. Sarı, bodur bir görüntüsü olan ve adından da anlaşılacağı gibi dolmadan bir adım öteye gitmeyen araçlardır vazgeçilmez İstanbul trafiğinin. Çoğu zaman binmesi bir dert inmesi ayrı dert oluşturur.

Eğer yazmayı seviyorsanız bedava malzeme için araba kullanma sevdanızı bir kenara iter ve bir tiyatro oyununun tam da orta yerinde buluverirsiniz kendinizi. Cam köseleri kapılmamışsa belki tembellik eder önünüzdeki taze malzemeyi afiyetle dinlemek yerine cama dayar kafanızı İstanbul’u izlersiniz. Yanınızda geçen farklı arabalar ve onun akabinde farklı hayatlara saniyelik şahit olursunuz ya da ön koltukta Anadolu’nun bağrından kopup gelen ve müzik zevkiniz de dahil olmak üzere hiç bir ortak yönünüz olmayan şoförünüzle ön sıraları paylaşır ya memleket sorunu ya son olan facialar ya da trafik üzerine vaazını dinlersiniz kafanızı tulumba gibi sallayarak. Ne siz onun hayatına ne o sizin hayatınıza dahil olmak istemese de sarı dolmuş ortak noktanızdır ve siz bir müşteriden de öte yan koltukta oturan yoldaşı olursunuz onun için.

En zevkli olanı da halk dediğimiz diğer yolcuların arasına karışmak ve orta cephede onların tam da ortasında yerinizi almanızdır.

Böyle durumlarda en eğlenceli olabilecek şey içeride koyu bir muhabbet alıp başını giderken yolculardan bazılarının inmesi ve yerlerini yeni oyuncuların alması olur. Sahneye yeni girmiş bir oyuncunun heyecanı ve şaşkınlığıyla olan biteni izlemesi güldürür sizi. Bazen ton ton teyzeler, amcalar oturuverir yanınıza. Nimettir bu! Seyyar tarihçi de diyebilirsiniz onlara. Dinlerken trafik derdi bir de içeride bas bas çalan tarzınızda çok uzak olan müziğin sesi yok olup gider aklınızdan. Elde edemeyeceğiniz bir hazineyi dudaklarından kulağınıza akıtır. Yolculuk bittiğinde eski İstanbullu olmasanız da bilirsiniz o koca koca evlerin yerinde hangi şehzadelerin nasıl bir hayat yaşadığını ve bilirsiniz belediye binasının olduğu yerde hangi yalının ev sahipliği yaptığını.

Bir de sizin baktığınız gözle bakmasa da sizden daha eğlenceli zaman geçirmeye hazır üç dört yaşındaki çocuklar vardır ki onlar size tarihi değil sahip olduğunuz en eşsiz şeylerden birini hatırlatır. Hayal gücünüzü! Onunla birlikte atına atlayıp ordusunu koruyan bir kral olursunuz dolmuş hız yaptıkça ya da gizemli bir kovboy!

Bazen de aklınızdaki birçok gereksiz soruyu sizi zahmete sokmadan bir çırpıda soruverir yan tarafındaki ilgisini çeken herhangi birine. En önemli görevi de sessiz kalmış dolmuşu konuşmaya ya da gülmeye sürüklemesidir.

Her zaman bu kadar eğlenceli olmasa da sürprizlerle doludur dolmuş içleri yoğun İstanbul trafiğinde. Yan yana oturup ister istemez omzunuzun değdiği insanların hayatlarını öğrenme şansı tanır size. Herkesin kendine ait bir evi, bir yaşamı ve muhtemelen hiçbir zaman bilemeyeceğiniz hikayeleri vardır ama siz o gün şansınız yaver giderse kıyısından tutuverirsiniz küçük bir anın. ve bir daha karşılaşmayacağınızı bilmenizin verdiği rahatlıkla gülümseyerek anlatırsınız size ait hikayenizi. Çünkü bilirsiniz ki bu koskocaman kente "güven" her dakika karşı karşıya kaldığınız bir durum değildir. Samimi bir muhabbet için bazen uzun yıllarınızı feda etmeniz bile yetmez yaşamınızdaki insanlara ama dolmuşta geçirdiğiniz bir kaç dakika o günü düzeltmeye yetecek bir moral yükler size.
Hatırı sayılır bir süre İstanbul'da yaşamışsanız bilirsiniz ki size bağlıdır monoton büyük kent havasından kurtarmak ruhunuzu. Küçük ayrıntıları alıp yaşamınızın merkezine oturtmak ve onlardan kendinize pay çıkarmak. Şanslıysanız bazen bir dolmuş bazen eşsiz boğazda süzülen bir vapur muhabbeti karşılar sizi.
Ve belki bu koskocaman kentte yalnızlıktan yakınmaya bir son verir, tavşan gibi yaşamaktan vazgeçer gülümsemeye çalışırsınız tanımadığınız yaşamlara.

Hiç yorum yok: