Perşembe, Aralık 27, 2007

heidelberg otobüsleri 1

alamanya'nın güneyinde yer alan şirin kentimiz heidelberg'de sıradan bir cuma gecesindeyiz. ispanyol kankim sara'yla 23:00'a kadar falan oturmuş, ne yapacağımızı düşünmüş, dışarı çıkmak isteyip istemediğimize bile karar veremeyince bir grup arkadaşı arayıp onların ne yaptıklarını öğrenmeye, enteresan birşeyler yapıyorlarsa da katılmaya karar vermişiz. arkadaşlar şehrin saçma sapan bir noktasındalar, ancak gecenin ilerleyen saatlerinde bir partiye gidecekler, biz de programa müdahil avukat olarak katılmaya, yarım saat kadar ortamı değerlendirmeye, çok bayarsa da yurda dönmeye karar veriyoruz.
sonra da, son otobüsü kaçırmamak adına dört nala durağa iniyoruz. durağa otobüsle hemen hemen aynı anda vardığımızdan ve buradaki otobüslerin yolcuyu bir saniye dahi bekleme adetleri olmadığından direk biniyoruz. otobüs hareket ediyor, 4 durak sonra falan da, normal koşullar altında düz devam etmesi gerekirken, sağa dönüyor ve köprüye doğru ilerlemeye başlıyor. (burada bir ek bilgi: heidelberg'in ortasından bir nehir geçiyor ve kenti eski ile yeni olmak üzere iki kısma bölüyor. haliyle üzerinde de birkaç köprü var. bizim yurt ve dahi gitmekte olduğumuz parti yeni kentte, otobüsün yöneldiği istikametse eski kentin merkezden uzak kısımlarında.) sarayla birbirimiza bakıyoruz, nooluyor diyoruz, otobüste şöförle bizden başka kimsenin olmadığını fark ediyoruz ve adama ne olduğunu sormak üzere öne doğru ilerliyoruz. adam tüm sorularımıza gözünü yoldan ayırmadan, alçak sesle ve çok hızlı konuşarak yanıt veriyor.
şu-nereye gidiyoruz?
şöför-ben eve gidiyorum, sizi bilemem.
sara-ama neden bize birşey demediniz?
şöför-e kendiniz koşa koşa bindiniz otobüse.
sara-(panik halinde olduğundan iyice bozuk bir almancayla) burda bekleyebilir miyiz? (burada inebilir miyiz demek istiyor)
şöför-hayır. (yol ortasındayız ve durak yok yanımızda yöremizde ama, adam bunu "bu otobüste öleceksiniz" dermiş gibi söylüyor puştluğuna)
şu-(iyice raydan çıkmışım artık, yabancıyız ve almancamız çok iyi değil diye ırkçılığından bizi ezmeye çalıştığına kanaat getirmişim adamın, ingilize soruyorum)peki yol üzerinde medeniyete geri dönebileceğimiz bir durak falan var mı?!
şöför-evet.
tren istasyonu tarafında bir yerde lütfedip bizi indirdi, biz de eski kentin merkezine 15 dakikalık falan koşuyla yürüyüş arası birşey yapmak zorunda kaldık, merkezden gideceğimiz yere yürümek zorunda kalmamak için(son tramvay kalkmak üzereydi).
sonradan son otobüsün tam tur yapmadığını, ordan döndüğünü öğrendik ama, panik atağı olan arkadaşımı korkuttuğu için, adama hırsım hala geçmedi.
bu hikayenin ana fikri olarak, odunun dini ırkı cinsiyeti milliyeti olmadığını, odunlarla dünyanın her yerinde karşılaşmanın mümkün olduğunu ve yine her konum, durum ve göçümde bu karşılaşmaların tatsız olduğunu çıkardım..

Hiç yorum yok: