Çarşamba, Şubat 27, 2008

Kars'tan Ardahan'a: Beş dakika içinde hayatını özetleyebilenlere hayranız


Geçen hafta. E5 üzerinden giden 145M. Çift katlı Beylikdüzü otobüslerinden bir tanesine attım kendimi. Akşam saati. Hatta Fenerbahçe'nin maçının olduğu gün (Sevilla ile ilk maç). Maçın başlamasına yirmi dakika varken her şey güzeldi. İyi gidiyorduk. Karşımda yaşlı bir teyze ile kocası vardı. Sakin sakin gidiyorduk. Arkalardan birisi kalkıp benim yanıma oturdu yani amcanın tam karşısına.

Amca, karşısına oturan bu adama kibarlık olsun diye gülümsedi. Maça kaç dakika olduğunu kendisi sordu ve sonra saatine bakıp "yirmi dakika kaldığını" kendisi söyledi.

- "İstanbul bitmiş amca." Deyiverdi. Bu sihirli laf, Türkçe konuşulan coğrafyalarda (coğrafyanın çoğulu olur mu) her zaman, her şartta işler mi diye düşünmeye başladım ben.
- "Valla İstanbul bitmiş. Şu hale bak." Diye devam etti.

Bu lafı hayatı boyunca belki de on bin kere duymuş olan amca, belki de aynı cümleyi bir daha duymamak için bir soru sordu:
- Memleket neresi?

Ardahanlıymış. Kars'ta mı ne yaşıyormuş. Ardahan'da çalışmaya başlamış. "Ne iş yapıyorsun" diye soran amcaya "imalat müdürüyüm" cevabı verdi. Bankanın krediler bölümündeki bir eleman "kredi bölümünde çalışıyorum" mu der, ya da gazetede çalışan bir adam "sayfa sekreteriyim" mi der. Sırasıyla; "tekstille uğraşıyoruz, tekstilde çalışıyorum, bankada çalışıyorum, gazetede çalışıyorum" falan demez mi? Neyse bu titri konuşmayın ilerleyen kısımlarında bir daha duyacakmışım.

Oralarda tekstil fabrikaları varmış. Buraya arada bir, iş için falan gelirmiş. Ayda 750 lira kredi borcu ödeyerek aldığı bir evi varmış. O ev olmasaymış, zaten 1.800'lük maaşının büyük bir kısmı İstanbul'daki evin kirasına gidermiş. Neyse ki Ardahan'da çalışanların ev kirasını patron ödüyormuş (hepsininkini)...

- Oralarda aylık masrafın yok gibi. Aldığın parayı harcayacak yerin yok ki. İstanbul'u bilirsin amca. Adım başı para. (Bu cümleyi de sık zikrederler. İstanbul'un her tarafında dikilip, gelenden geçenden para toplayan kişiler var diye algılayan kaç insan vardır acaba uzaklarda.)

İstanbul'daki ve batıdaki diğer şehirlerdeki tekstil fabrikalarına göre fiyat avantajı çokmuş. O yüzden herkes onlara yaptırıyormuş fason malını. "Biz de lise, üniversite mezunu kızlara iş veriyoruz, hem makineleri kullanmayı öğreniyorlar, hem para kazanıyorlar, işi öğretiyoruz" diyor. "Ben imalat müdürüyüm, en fazla maaş alan elemana ayda 750 lira veriyoruz. Diğerleri daha az. Ama n'apacaklar ki orada parayı. Zaten ev kiralarımızı patron ödüyor. Başka ne masrafı olacak ki." diye devam ediyor. "Benim maaşım bir sekizyüz (1800 ytl), işte böyle arada bi İstanbul'a geliyorum işleri halletmeye, Avcılar'da da evim var. Ayda 750 lira ödüyorum o evin kredi borcuna. Yetiyor. Eyvallah." diyor.

O sırada ben de bir insanın, beş dakikalık mesafede, mesleğini, maaşını, evinin ayrıntılarını neden anlattığını düşünüyorum. Bir cevap bulamıyorum. Durağım geliyor. İniyorum. Hatta, galiba aynı durakta iniyoruz. O, hayatından memnundu. Koskoca imalat müdürüydü.

1 yorum:

Vatansız Kral dedi ki...

taşı toprağı altın değil miydi bu dandik şehrin.. sorun insanlarda aslında
şehir altın olmasına altın ama insanları ...

bu arada pek yazar kalmamıs burda be ned
okumak daha kolay gelıo annasılan..